12 Mart 2011 Cumartesi

karıncalar.

deli gibi üşüyorum yeşilçam sinemasında.
montuma sarınmışım ama yetmiyor. o an koltuğun kolları olsun uzansın sarsın sarmalasın ya da bir anda biri bana bi şal getirsin istiyorum sonsuz kadar.

javier bardem sigara içiyor karşımda.

titreme geliyor ara ara. milyonlarca karınca dolaşıyor sanki o an.
üzerimde. içimde. kemiklerimin üstünde. damarlarımın çevresini sarmışlar gibi. yuvaları değilim ama ben. olmamalıyım. ben sadece bir geçit yoluyum. öyle olmalıyım.

karısı ayağını masaya koymuş sigara içiyor bu sefer. böyle bir burnum olsa değil filmde oynamak fotoğraf bile çektirmezdim diyorum. o an teyzem çimdikliyor aklımı. burunla dalga geçilmez! peki. aman yarabbi neler neler anlatıyor bu kadın. iyi ki artık çok konuşmuyorum.

ellerim ısınmıyor. sanki böyle bir şey mümkün değil gibi. olsa kırmayız ablacığım diyor sanki. ama ısınmıyor işte. ateşim mi var?

bu kadının dudakları ne kadar büyük. ige ve kocası. köfte dudaktanda öte bir şey bu.

/onlar yıldız değil Marambra, senin sinir sistemin/

bu replik yüzünden hiç bir gökyüzün güvenemeyeceğim ben. iyi mi?

/çocukların nerde?
kara gittiler.
kimle
anneleriyle
sen neden gitmedin?
gidemedim.
neden?
gidemedim.. çünkü ölüyorum./

o değil de the fall daki papa-baba karışımı telaffuzdan sonra yine bu filmde aynı etkiyi yaptı iyi mi? bi tuhaf oluyorum. her papa diyişlerinde o çocuklar. neden hiç bilmiyorum.

hala üşüyorum. kahve aldım arada bütün film boyunca elime koynuma soktum bardağı gene ısınamadım.

film devam etti. bir sarılma ve kalp atış sahnesinde ben pek bi tuhaf oldum. bu ara tuhaf olmaya çok meyilliyim belkide.
film bitti. büzüşmüştüm. neden bu kadar üşüdüğümü çözemedim. ışıklar açılmadan montlarını giymeye başladı insanlar. demek onlar montsuz durmuş bunca zaman.

salondan çıktım. cafesinde oturma ihtiyacı hissettim. zira javier bardemin o sahnedeki gözleri gitmemişti hala aklımdan.

bu ara düşüncelerim kelebekler misali uçuşuyor zihnimde. hiç birini yakalayamıyorum. konuşmayı bırak düşünemiyorum bile. bakabiliorum. bakıyorum çok güzel iş düşünmeye gelince yakalayamıyorum sanki aklımdan kayıp gidiyor. sanki gün dönümü gibi. hani dilimin ucunda söyleyemiyoruz dersiniz ya siz. ben söylemeyi bıraktım. aklımın ucunda düşünemiyorum.

bir intihar notu yazacak olsam şunu yazardım özenmez bir yazıyla:
hayatım o kadar güzeldi ki yaşamaya kıyamadım.

uzun uzun cümleler kurdum aslında otobüste gelirken ama şimdi hiç hatırlamıyorum. nasıl getirdim lafı bilmiyorum ama brecht dedik. bir şiiri var.
arabanın lastiği değiştiriliyor.
ne geldiğim yeri seviyorum,
ne gideceğim yeri istiyorum.
öyleyse neden bi an önce değişsin istiyorum.

böyle bir şeydi. kelimeleri tam bilemedim belki. okuduklarımdan aynen alıntı konusunda sınıfta kalırım her zaman. bu işi marlis harika yapar. aman yarabbi o ne güzel bir hafızadır.
ben görüntülerini tutarım aklımda. görüntü görüntü hep. nasıl veririm o görüntüleri size. zihnime bir kamera soksanız. neler anlatırım neler biliyorumdur kim bilir benim bile bilmediğim.


son olarak sartre bana bunu yapmayacaktın!

"yapayanlızım ama, bir kent üzerine yürüyen askeri birlik gibi yürüyorum."

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...