23 Mart 2011 Çarşamba

isimsiz.karşılaşma.

Oturuyoruz karşılıklı.

Susuyoruz. Ne zamandan beri susuyoruz bilmiyorum. Kelimeler tükendiği için mi susuyoruz yoksa konuşacak bir şey kalmadığı için mi? Bu ikisi yoksa aynı şey mi? Ve yoksa biz tükendiğimiz için mi susuyoruz?


Bakmıyor yüzüme. Elinde çakmağı döndürüyor. Ona bakıyor. Ben de pakete uzansam ve onu döndürsem böylece saatlerce otururuz gibime geliyor. Garson geçiyor yanımızdan o sırada sırf susmaktan sıkıldığım için iki 50’lik daha söylüyorum. O sırada bakıyor bana. Belki sırf baksın diye söylemişimdir. İçersin değil mi diyorum. Evet demiyor başını sallıyor sanki ya da gülümsüyor. Ama olumsuzluk anlamı yok.
Ya da çay mı dedim acaba? Ne içtiğimizin bir önemi de yok gerçi.

İçtiğimden de bir şey anlamıyorum böylece otururken. Karşılaştığımız anda çakır keyif oluyorum zaten. O bana baktıkça sarhoşluğa doğru kayıyor her şey. şimdi nerdeyim bilmiyorum.
Sigaraya uzanıyor. Çekip alıyor bir tane. Dudaklarına götürüyor. Çakmakla cebelleşiyor bir süre. Elleri mi titriyor yoksa? Benim dizlerim de mi titriyor ne?
Yakıyor dumanı yan tarafa doğru üflüyor.
Bir şeyler anlatmaya başlıyor.
Dinlemiyorum.
İçimden ah be güzelim diyorum. Ah.. sen sigara içmezken ne güzeldin…

Saçlarını kestirmiş kısacık. Ne zaman kestirdin diye sormak istiyorum ama o ne hakkında konuşuyor bilmediğimden muhabbetle alakasız kaçacağından korkuyorum.
“ee sen kitap işini ne yaptın?” diye soruyor bu arada. İyi ki bunu duydum. “konuşuyorum yayınevleriyle hala” diyorum. Yattı o iş diyemiyorum. Havalardan mı dem vursam diyorum ama o muhabbeti de geçmiştik sanıyorum. Nasılsın ne haberden sonra onu da tüketmiştik. Hatta sanırım sessizlik tam olarak hava durumundan sonraya denk gelmişti.
Bir dizi başlamalıydı. yayın akışı böyle olmalıydı. O sırada bir anda “suskunlar”ı okudun mu diyorum. Hayır ama puslu kıtalar atlasını okudum diyor. İhsan Oktay anar hakkında bir muhabbet başlıyor. Ben anlatıyorum suskunları. Ta en başından eflatunun sesi duymasından alıyorum. İyi de oluyor. Onunla beraber saray burnunu gezdiriyorum ona. Sonra Tahtakale derken eminönüne iniyoruz. Burada kitabı kapatıp galata köprüsü ve altındaki meyhanelerden açıyorum ben sözü. Gülümeyerek dinliyor o. Lafa karışmıyor. Hep böyle yapardı zaten. Heyecanlarımı bölmezdi hiç. En çok bu yüzden severdim onu. Serverdim. Hala severim. Gerçekten mi? Bunu dışımdan söylememişimdir heralde.

Sonra tekrar kitabı açıp karaköye geçiriyorum ikimizi. Şahit olduğumuz 7 günahı kimi zaman uydurarak anlatıyorum. Ses etmiyor. O benim gibi ukala olmadı hiçbir zaman. Hatalarımı yüzüme vurmadı. Derken eli yüzüme uzanıyor. Tedirgin oluyorum ama nednese geri kaçılmıyorum. Sakallarıma uzanıyor eli. Arasından bir şey alıyor üç parmağıyla. Sonra yana doğru bırakıyor.

Bunu gerçekten yüzümde bir şey olduğu için mi yaptı yoksa bana dokunmak için mi kestiremiyorum. Kafam dağılıyor. Konuya geri dönemiyorum. Gözlerimi kaçırıyorum onun yerine. Yan binada bir pencere ilişiyor gözüme. Perdesi ağzına kadar açık. Televizyon kabak gibi meydanda. Sürekli kanalı değiştiriyor biri.

Sürekli.

Kıskanıyorum. Ben de sürekli kanalı değiştirmek istiyorum. Daha kanalda ne olduğunu anlamadan

çat!

Çat!

Çat!

Değiştirmek istiyorum.
Sonra bi an da eski bir dizinin tekrar bölümleri denk gelsin istiyorum.
Bak güzelim demek istiyorum ona. Bizim bu hava durumundan sonra yayınladığımız program pek tutmadı gel biz bunu izleyelim. Eski iyidir demek geliyor içimden.
Onun hangi kanalı açık bilmiyorum. Biz ne zamandır farklı televizyonlar izliyoruz. Belki aynı kanala bakıyoruzdur arada. Bakmasak burada böyle oturamazdık değil mi?

“kalkalım mı?” diyor.
Bir anda hiç beklememiş olduğumu fark ediyorum.
Demek garson siparişleri getirdi ve biz içtik bile onları. Çay mıydı bira mıydı?
Biraz aklım başımda olsaydı ne dediğimi yakalayamadım belki ne içtiğimi yakalardım.
“Nereye gidicez ki?” diyorum. Anında hatamı fark edip kafama vuruyorum hayalimde.
Kalkalım mı demek hadi başka bir yere gidelim demek değildi küçük aptal diyor beynim. Geri almak istiyorum bu lafı. Kalkalım mı demek bak biz tükeneli çok olmuş hadi sen yoluna ben yoluma demek.

Yine yanlış anlıyorum.
Yine dedim bak. Demek önceden de yanlış anlarmışım.
Aslında en başından beri ben hep yanlış anlamışım.
Gülümsüyor o. Yürürüz biraz diyor.
Çok nazik kız. Kırmıyor hiçbir zaman beni. Hep ben kırıyorum değil mi?
Garsondan hesabı istiyorum.
“kasaya ödüyorsunuz abi” diyor.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...