14 Mayıs 2012 Pazartesi

20 saat sonra sene başından beri hiç girmediğim dersin şıllık ay pardon yıllık sınavı var. cuma günü 987656789 sayfa kitabı olan dersin yıllık sınavı var ben embesil gibi şu cümleyi selim mi söyledi hikmet mi dedi yoksa turgut olric'e mi itiraf etti diye kafayı yiyorum. oğuz atay yazmıştı diyip çıkamıyorum işin içinden. işin içinden çıkmak bana göre olmadı. işin içinden çıkmam için her şeyi değiştirdim. kombine mi yırttım yaktım maçtan 4 gün önce taraftar kartla statda kuyruk bekledim. bu kadar çok meraklısı oldum içinden çıkılamayan işlerin. saçlarımı düğüm yapıp çözmeyi sevdim. halbuki vakti zamanında kırık saçı kökünden koparır kırıklarla işim olmaz derdim. şimdi tutam tutam yolmak lazım o zamanki aklım burda olsa. neyseki yok. şimdi karmaşa kargaşa ve bilumum osuruk kokan şeyleri seven zihnimle her zamanki gibi gerçek hayat gayelerinden kaçmak için tolstoyun kadınlarını düşünüyoruz. anna karaninayı düşünüyoruz. krutzer sonat taki madam pozdnişev gerçekten kötü bir kadın mıydı yoksa ne bokuma o satırları yazdı diye kafayı yiyoruz. hep beraber tolsyoyun kıskançlık buhranlarını çekiyoruz. "'bu arada bir de sadece benim, umduğumdan cok farkli bir sekilde karımla geçimsizlik yaşadığım, başka ailelerde boyle gecimsizliklere rastlanmadigi dusuncesi istirabimi iyice artırıyordu.. o zamanlar henüz, {Henüz durum bugünkü gibi açık ve seçikbir bakıma da belirsiz değildi} herkesin ayni durumda olduğunu, herkesin aynen benim gibi, yaşadıklarının tamamen kendi kişisel mutsuzlukları sandıklarını ve bu yuz kizartici mutsuzlugu sadece başkalarından değil, kendilerinden bile gizlediklerini, kendilerine itiraf etmeye yanaşmadıklarını bilmiyordum" yok artık diyoruz. baş ağrılarından müzdaribiz. baş ağrılarımızı bumeranglaştırmışız. atamıyoruz.
evi götüren boka nereye diye bağırmak istiyorum. hayır şuan sana engel olacak güçte değilim. zamanımda yok ama nereye götürdüğünü bileyim. bi boş vaktimde alırım belki gibi.
klasik müzik insanın sinirlerini ehlileştiren bir şeydir.
aklınızda bulunsun. fiziye kreutzer sonat yazın. sinirlerinizin kırbaçlandığını hissedeceksiniz. kırbaçlanan ata sarılıp ağlayan niçeler ise hemen koşacaktır. onlar zaten hep pencere pervazlarında beklerler. hayat çok anlamsız ama intihar da çok saçma lan diyen felsefe mi olur (sonuna küfür isteyen cümleler) "uff snn be slk.s" kafası bütün felsefelerin üstündedir bence.
o değil niçenin kadınlarını da bi ara düşüneyim ben. salome'ye falan sarayım.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

çok güzel şeyler okumak istiyorum. ama böyle o kadar güzel ki enginar yemişimde su içmişim tadı kalsın ağzımda.

sandalyede bağdaş kuran ama iş ucurumun kenarına gelince korkanlardan mısınız?


ayaklarımı mı tutsam aklıma mı koşsam, vucut bi yerde hepsini toparlayacak. du bakalım.

4 Mayıs 2012 Cuma

milenyum şişirilmiş bir balondur.

ayaklarımı sehpaya uzatıp sırtımı koltuğun minderine 38 derece açıyla koyup popomu koltuğun bitiminde biraz önceye ayarladımmıydı gözlerimi dikiveriyorum bordo (katalogta hitit kırmızısı diye geçiyor) duvara. işte her şey bundan sonra başlıyor. başlıyor diyince siz esaslı bir "action" bekliyorsunuz. bu da ondan ama bir sanat filmi "action"ından. bu pozisyonda durabildiğim dakikaları denize atsam dünyanın üç bölü dördü değil 4 bölü 5i su olurdu. 1 bölü onbeşlik bir artış için mi bütün bu yaygara dersen "senin dünyan çok küçük. küçük aptal" der güler geçerim.

venedik bize doğru geliyormuş. bu hızda gelirse 2000 yıla el sallamalık mesafede olacakmış.
-sahilde karşılayalım onları meraba deriz.
-merabadan ne anlar onlar şaşkın velkom deriz.

şimdi hep bordo duvara bakıyorum diye bi şey yok. bazen de tavanın beyaz pürüzlerinde noktaları birleştirmece oynuyorum. sonra içini boyayamıyorum. içini boyayamamak içime dert oluyor. bastıra bastıra boyamadım ben hiç küçükken. sahip olduğum en iddialı şeyler milenyum botlarımdı. zaten her şeyin sorumlusu şu milenyum denen menem şey. ben küçücük bir kız çocuğuydum o zaman. üst tarafa "99" diye tarih atmalara pek özenirdim. zaten "1"lerim hiç güzel olmalıştır benim. "99" karizması bambaşkayken ben ilelebet "99"da kalıcaz sanırken milenyum dediler. aslında demediler. 2000 yılında en çok bu tartışıldı. 2000 milenyum değil 2001 olunca milenyum olacak dediler. ama ben 2000 yılında milenyum botlarımla salına salına salındım.

(şimdi bi google'a bakayım dedim size 35 numara milenyum botlarımı gösteremeyecek olsam da rengi hakkında bir şeyler diyeyim diye düpedüz alçaklık. metalik griymiş milenyum rengi. halbuki yaklaşık 12 senedir benim için milenyum rengi bordoydu. parlak bordo. al başına bir hayal kırıklığı daha. )

-her neyse iş bu yazıda milenyum rengi parlak bordo olarak kabul edilmiştir.-

salına salına salındım fiilinin abzürtlüğünden ve bozukluğundan devam edecek olursam, konumuz kaybettiklerim değil. konumuz milenyumun şişirilmiş bir balon olması ve benim için hala patlamamış olması. ben sırf o uzatlmış milenyum geyikleri yüzünden büyüyemiyorum. "10 sene önce" dendiğinde 90ların başına gidiyorum. 90ların başında ben daha nerlerdeyim?
yeni yaşımı kullanmaya başlayalı yaklaşık olarak bir 5 ay oluyor hala alışamadım.
gerçi uzun süredir kullandığım üst solunum yolları da geçen fail verdi. nefes al komutu karşısında mavi ekranla dolaştık bi süre kasayı yan yatırınca düzeldi.

2012 uzak bi tarih. bilim kurgu filmlerindeki tarih adeta.
hala ışınlanamamak ise içime en çok dert olan.
neyseki mikrodalgada mısır patlatabiliyoruz ve çok hoş oluyor.
ders çalışmak için kızlar renkli renkli kağıtlar almışlar. hepsinden origami yapmak istiyorum. renkli kuğlar yapmak istiyorum. parçalı origami yaparken rahatlayacak bir cinnet eşiğindeyim.

mutsuzluğunu hayatıma sıçıp sıvayan insanlardan nefret ediyorum.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

yeraltı-ndan çıka-mayan patatesler.

"hadi efendim iş cetvelle aritmetiğe dayanınca iki kere ikinin dört etmesinden başka çıkar yol olmazsa iradenin ne hükmü kalır? iradem karışmasa da iki kere iki dört ediyor. irade bu mu demek?
*
elbette şaka yapıyorum sayın okuyucularım...."

bu yeraltından notların özetidir.

"işi gücü bırak yeraltına git dostoyevski mezarından çıkmış valla koş"
bu da muratın yeraltını özetlemesidir.

geçen haftasonu gittim. gördüm, izledim. ama mezardan çıkmış dostoyevski göremedim.

öncelikle aşırı büyük bir beklentim olduğunu belirtmek isterim. budalayı okuduğum ve rüyamda mütemadiyen dostoyevski gördüğüm günlerde almıştım ben bu filmin hazırlık haberlerini. vavienden sonra engin günaydın'a ısınmış biri olarak oyuncu  ve yer seçimine bayılmıştım. ama çeşitli nedenlerle festivalde gitmemiş sonraya saklamıştım.

şimdi film serbest uyarlama şeklinde geçiyor. ama hem serbest uyarlama denmeyecek kadar bağımlı bir o kadar da havada. kitapta en çok sevdiğim bölümlerden biri olan omuz atma planlarının yapıldığı bölüm sanırım sırrı süreyya önderin oynadığı bölümlermiş. ben en çok o kısımlara heves etmiştim açıkcası. deli gibi ayarlamalar yapan. milimetrik hesaplar yapan. krokiler çizen, kafayı yemiş saplantılı ve panik bir muharrem görmek istemiştim. biz öyle bir muharrem görseydik. o zaman muharremin neden kendini kokladığını neden patatese bağlandığını, neden gündelikçiyle cinayet planları yaptığını, neden arkadaşlarına gününü göstermek için o yemeğe gittiğini ve dahası neden o fahişeye atarlandığını çok daha iyi anlardık. ama o sahneler bir takım sebeplerden ötürü komple çıkarılmış. onlarda muhtemelen benim hayalimdeki gibi olmayacaktı ama yine de görmek isterdim. hiç değilse muharremi bir çok konuda anlamamız çok daha kolaylaşırdı.

filmde en çok sevdiğim sahne yemek sahnesiydi tabiki, kitaptan bire bir denebilecek ölçüde alınmıştı. hele düşünsel ve gerçek arasındaki geçiş mükemmeldi. tekrara düşmemek adına şarap şişesini fırlatıp geri dönüş yapmamak için(ki kitapta tekrarlanıyor) muharremin şişeyle küçük el oyunu filmin tartışmasız en güzel yeriydi.
görsel açıdan doyurucu olan sahne fahişeyle gölgelerinin olduğu sahneydi. o kadın ne mükemmel bir kadındır ayrıca. o saçlarını tarayışı, pazarlayan erkek arkadaşını bekleyişi, çaresizliği... güzeldi. ama ben fahişeli sahneyi kitaptaki gibi beklerdim. orda muharrem kitaptaki gibi 4 5 sayfalık bütün gecenin nefretini kussun isterdim. o madrid otelde bütün geçmişini aklasın isterdim. o hırlama bütün bunlar için fazla masumdu denebilir. mesela ben muharremden kitaptaki gibi, seksi, yaptıktan sonra küçümsemesini beklerdim. bu onun ne kadar çelişkili olduğunu bize daha iyi anlatırdı.



"iki kere iki dört gene de çekilmez bir şey. iki kere ikinin dört etmesi bana sorarsanız küstahlıktır. iki kere ikinin dört etmesi ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen sağa sola tükürük atan bir külhan beyinin ta kendisidir. iki kere ikinin mükemmelliğine inanırım, ama en çok övülmesi gereken bir şey varsa o da iki kere ikinin beş etmesidir."

biz dostoyevskiyle bu iki kere iki mevzusuna çok takılmıştık bir ara. zeki bize eşlik etmedi. zeki daha kafkaesk düşündü. "değişim" dedi. bir insanın böceğe dönüşü değil, insanların, en yakınlarının böcek olan samsaya karşı değişimi dedi. tamam hani güzel de dedi. gündelikçi kadın mükemmeldi. sağda solda yazılar görüyorum, öyle devlet memuru bir adamın hizmetçisi olması pek bi rus işi olmuş. o olması gerekiyordu ve olabileceğinin en iyi şeklinde olmuş bence. baştaki çaresiz diyalog ve sondaki aniden gerilen hava. o anidenlik  ve arkasından gelen cinnet! düşündüğüm her şey düşündüğüm sırayla mükemmel bir sıralamayla kırıldı. ve tam beklediğim anda liza geldi. liza demişken. muharrem lizayı yeterince beklemedi. ve numarasını verdiğine pişman olmadı. (liza dediğim fahişemiz bu arada.) bunlar serbest uyarlamada mazur görülcek kısımlardır elbette ama bir yemek sahnesini çat diye koyuyorsan benim böyle bir beklentim olması normal bence.

yine de zeki demirkubuzun ellerine sağlık derken, budala'yı çekceği zaman bi görüşme yapmak isterim kendisiyle.

not: o iç ses hiç olmamış. iç ses olmasaymış demiyorum ama o sesin tonu ne engin günaydın, ne dostoyevski ne zeki demirkubuz, ne de muharrem, kimseye ait olmayan havadan bir iç sesti. vallahi ben içselleştiremedim. özellikle en güzel dertler o iç sesle anlatılmıştı beni direk filmden kopartan noktalar onlar oldu.

not:2 göz açma sahneleri uzun süre unutamayacağım nitelikte etkileyici sahnelerdi.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...