29 Haziran 2011 Çarşamba

kitap ne işe yarar?

kitap çok fonksiyonel bir şeydir. okunmasa da. saçma sapan bir uyku hali her an yanı başında nöbette beklese de insanın. o ilk sayfa aralanır aralanmaz bir kilerin kapısını aralamışcasına içerden işler yağıyorsa bile insanın kafasına kafasına. bu ara kitap tam bir uğursuzluk silsilesi olsa bile kitap iyidir lazımdır. eviniz de bulunsun gençler. hiç değilse böyle işlerde falan kullanılıyor. ahaha.


evet duvar ünitesi yapar iken inanılmaz yararını gördük burdan özellikle iş bankası yayınlarına, iletişim yayınlarına ve bir de ilk etapta gözüme çarpan bir diğer cem yayınlarına teşekkür eder kokulu öpücük yollarım. ayrıca ordan bana bi "karamazov kardeşler"le "germinal" arası bi şey getir cümlesini bir insan kaç kere hayatında duyabilir ki. ahaha. evet evet o yer tam "oblamov"luk dedim mesela bir de sonra şu "şans oyunu"nu getir onu koysak denge olacak. "toplum sözleşmesi ayarında bi şey lazım" bu cümlelere günlük hayatta fazla rastlamayız evet ama kitabın bir diğer fonksiyonu da bu olabilir. kesinlikle olabilir.


son hali de şöyle bir şey oldu.


sevdim. çok sevdim. duvarın rengini zaten inanılmaz çok seviyorken dvdleri rafları epey sevdim yani. üstteki rafı odamda bir yere asmayı planlarken yea bunu da üstüne koyalım işte olsun öyle dedik oldu.
evet orda bir adet gurur duyduğum sony'nin ailemiz için ürettiği başka bir yerde görme şerefine nail olamadığım, yirmidokuzamaartıbidesıfır ekran televizyon. <3

velhasıl, değişim iyidir. tabii kontrolüm dışında olanları tenzih ederim. bugün trip'in tuvaleti değişti diye az şok geçirmedim mesela. değiştirmesinler olum. tuvaletler bile öyle kalsın. temizlesinler sadece. duvarları boyamasınlar.

not:"partnerinize küçük süprüzler yapın, bu onu sevindirirken ilişkinizi diri tutar" gibi fallar çıkıyor habire. neye nelere yorsam bilemiyorum.

28 Haziran 2011 Salı

ikea evinizin her şeyi!




ikea diyerek lafa başlamak istiyorum. evde ufak değişiklikler yapmak ya da evi baştan yaratmak için gidilecek güzide yerlerden biri bence. resmen adeta "ona küçük süprizler yapın" cümlesini gerçekleştirmek için uğranılası bir yer.
ikea negzel bir yer yahu. saatlerce bırak beni ikeaya yok vazgeçtim bırakma sen de gel. ben sana bak bunla bıd bıd yapılır bunla bıd bunla bıd diye saatlerce anlatayım. nasıl plan? elime o dandik ikea kaleminden ver ben orda bir yerde bi kağıt bulup buluştururup sonra başlasın eğlence. orda gördüğün her şeyi her objeyi yerleştirecek mutfak oturma odası yatak odası banyo ne istersen çizerim sana. saatlerce çizerim. sen hıh bunu beğendim diyene kadar çizerim.

ikeaya koy beni sabahtan. akşam gel sürükleyerek al.
ama doktor gözetiminde. yoksa ahhhh bu çarşafın deseni çook güzeeeeeğl diyerekten kafayı yiyebiliyorum. bir de herşeyden üçer beşer poşete atasım geliyor. şu raflardan bir sürü alalım odamın bütün duvarları raf kitap olsun negzel olsun demek suretiyle evi 8 kere kaplayacak şekilde raf alabilirim.

neyse kısıtlı zamanda az kendimi kaybettim. 5 dvdlik 2 raf 1 konsol ve ve ve en önemlisi kalpli buz yapacağı aldım. ahaha. evet evet kesinlikle en eğlencelisi kalpli buz yapacağı. bir akşam bana buyurursanız size kalpli buzlu viski ikram ederim. ki denemedim ama kesin çok hoş olur.

ikeaya sebebi ziyaretimiz salonda televizyonun olduğu duvarı hareketlendirmek atıl duran dvdleri bir düzene koymak falan filandı. içinde çizim tasarım olan şeyleri ciddiye alma huyu bana annemden geliyor. sağolsun kendisi bir mutfak çizimini bile her detayını kulpların çizgilerine varıncaya kadar aylarca düşündüğünden. aslında biz düşünmeyi tasarlamayı sever insanlarız. nebleyim öyle bi şey yapılacak olsunda biz çizim yapalım. 1/20lik taslaklar hazırlayalım. evet bunu seviyoruz.

evet alt tarafı 5 dvdlik, 2 raf, 1 konsol tek duvar ama olsun. bir sürü bir sürü tasarım!!
öyle mi koysak böyle mi koysakcılık oynamak.

sonuçta eğlenceli bi şey. önünde kağıtlarla bi kağıtlara bi duvara bakmak. ölçmek biçmek.

evet tam olarak yanlış meslek seçmişim. ben de arada farkediyorum.
ama aileden de geçmişim hani. bi boşanma mevzu bahis olsa donuna kadar alır cinstenim bence bir de. ahah.

not:son iki finalist bunlar oldular. çetin bir savaş verdiler. herkese sordum. çöp çektim. yazı tura attım. benim daha çok beğendiğim değil de diğeri çıktı hep ama ben yine de kendi beğendiğimi yaptım. evet bazen çok boşuna iş yapıyorum. elimde değil. düşerken son bir kez yalana. benimsin benim!

20 Haziran 2011 Pazartesi

sincap'ın göt'ü

oda'mda pencere'nin kenar'ında sigara içerken bir şey düşünüyorum. bir şey geliyor akl'ıma. sonra sigara'yı söndürüken unutuveriyorum. sinir kriz'i geçirmemek elde değil. kapı'ya doğru giderken kesin güzel önemli ve eğlenceli bir şey'di ama neydi neydi diye düşünerek kendime eziyet ediyorum. bir işkenceci oluyorum adeta. karşımdaki adam ise gerçek'ten masum. bana örgütteki diğer 2 adam'ın da ad'ını ver diyorum. abi ne örgüt'ü diyor. konuş lan diyip veriyorum elektrik'i. susuyorum. su içemem ama bir türlü söyleyemiyorum. o'ndan ha bire daha çok elektrik veriyorum.



şu sincap'ın göt'ünü bulabilsem bi. her şey hakikaten çıkacak ama. kim attı onu o koltuk'un altına?
aslında her şey daha acıklı.. ben o parça'da sincap'ın göt'ünün olduğundan bile emin değilim. ama o parça çok mühim. onu bulsam. geri'si çözülecek.



not: bu bir özelleştirme yazısıdır.

19 Haziran 2011 Pazar

ola!



ben şarkıcı olup bu klibi çekmek istiyorum!
evet tek amacım isteğim dileğim bu.
evet şarkı söyleyemem.
ve gitar da çalamam. ama üstü açık bi arabada çiçekler içinde çok güzel otururum. gerçekten. inanmazsanız deneyelim görelim.

to do/don't list.
*nil'in klibi gibi bi klip çek.
*anayasadan kalma.
*romadan büte kalabilirsin.
*ama yine de sınavda "Antonius kendisine çörek yapma sözü veripte yapmayan annesine dava açabilir mi?" gibi bi soru görürsen gülme krizine girme.
*hadi diyelim girdin. hemen çık.
*gerizekalı salondan çıkma, krizden çık.
*hediye al! düşün düşün!!
*mektubu biraz daha postalamayı unutursan masandan gelip güvercinler martılar alıp götürcek hayrına.
*kahve içme.
*tamam o kadar insafsız değilim. bokunu çıkarana kadar üst üste 4 bardak içme.
*hadi diyelim içtin hepsinde sigara içmek zorunda değilsin.
*hadi onu da yaptın, bir daha başım ağrıyo zart zurt diye ağlama o zaman.
*kitap okumaktan vazgeç. 23ünde şeedersin.
*möhuk dersin adı değil bebeğim. o dersde geçen bi konu.
*insanlara aşırı tepki verme.
*çevrendeki insanlara tepkisiz kalma.
*ikisini de beceremiyorsan, çevrende insan bulundurma.
*500 saat uyuma denemeleri için hoş günler değil.
*alkolü azalt.
*bir şeyi sen seviyorsun diye herkes sevmek zorunda değil.
*insanlara "böğürtlen şarabını nası sevmiyorsunuz? gerizekalı mısınız?" gibi tepkiler verme.
*dostoyevski okumayan insanlara gerizekalı muamelesi yapma.
*hayallerini tırnaklarını yiyerek izleme. bu kadar panik oluyorsan kapat. şovu aç şovu dizi başlıcak birazdan.
*saçlarına perma yaptırmak gibi bi düşünceden vazgeç. uzaklaş.
*boynun tutulduğunda üstünde çeşitli hareket denemeleri yapma. elbet tutukluğu geçer ama kırarsan al gırdın gırdın!
*sese olan duyarlılığından kurtulmaya bak. ama kulağına zarar vererek sağırlaşma çözümünden ben pek hoşlanmadım.
*tetikte ol. beklemediğin anda gelen bi ses olmasın. hep bi ses gelecek diye bekle. ve bir yerlerde bir martı kanat çırptığında sandalyeden düşme.
*son olarak ona buna "ola!" diyip durma.

17 Haziran 2011 Cuma

plan bulutu

bak ne dicem. hadi ışıkları ve perdeleri sonuna kadar kapayalım.
gidelim bir tiyatrodan ne biri bir sürü tiyatrodan kırmızı perdeleri çalalım ve evin bütün pencerelerine asalım. ne zaman gece ne zaman sabah hiç bilmeyelim.
tozlu parkeler üzerinde dilerdim ki teknoloji değmesin pikap olsun ama zor şeyler.üşeniriz. ondan fizy olsun. ve fizye yazılmış 2 kelime..
pink floyd..

karton karton sigara olsun.
hiç dışarı çıkmadan ne kadar yaşarız?
tamam yarısı camel yarısı marlbora. o kadar da bencil değilim.
sonra şarap.
acıkacak mı karnımız? yemek yapmak lazım mı?
yaparız ya da yemek sepeti köpeeeemiz olsun be bebeğim.
bi sepete ekle bi sipariş ver dememize bakar.
evet evet hayatım paranın sonsuz olduğu zamanlar. 6 banka soymuşuz ve bu eve saklanmışız.
biz selamımızı vermişiz.
perdeleri kapatmışız.
prova yapmanın bile gerek olmadığı benlikbencilbizlikbizcilbizden oyunlar oynuyoruz.
yazanyönetençizenoynayansaatyönetmeni hep biziz!
peki ışık? ışık yok. çok istersek ayarlanmaçlı bir feneri azcık yakarız.
yaşarız.
300 yıl
3000 yıl
30000 yıl...

14 Haziran 2011 Salı

bazen sırf sıkıntıdan tüm sekmeleri kapat derim. bi nebze rahatlarım. sonra tekrar bir huzursuzluk alır götürür beni. kesin çok önemli bi şey vardı ve ben onu kapattım!
evet tam bu noktada elimle beynimi yoklamak istercesine alnıma vuruyorum.
muck.

ama her şeye rağmen tüm sekmeleri kapat insanı rahatlatan bir şeydir.
hadi beni güldür biraz.

10 Haziran 2011 Cuma

klasiktir. ders çalışmam gereken zamanlarda yatağımın içine bol bol kitap koyarım. ne zaman aile hukuku diye konuya girsem bir yazarı anasım gelir, ya da bir karakteri çağırmak otur bi çay iç demek isterim. alkol yok bardamu. ders çalışıyoruz şurda. ne diyordum hıh. bir cümle takılır aklıma ve ben şimdi eğer o cümleyi bulup bakmazsan aklın hep orda kalacak ve okuduğundan bi bok anlamayacaksın derim. sonuç olarak kalkar gider o kitabı alır ve yatağıma koyarım. sonra geri yerine koymam. o kitap yatağın içinde kalır. bir o köşeye bir bu köşeye koşar. gece uyurken kolum bacağım ayağım çarpar. ama severim.

evet sayım yaptım. bu sefer herzamankinden çok birikmişler.

sol ayak ucuna doğru:
momo
suç ve ceza(karikatür)
varolmanın dayanılmaz hafifliği.

sol baş ucuna doğru:
roma notları
insancıklar
gecenin sonuna yolculuk

sağ baş ucunda:
budala
yeraltı
vadideki zambak
anayasa genel esaslar kitabı

evet en sıkı fıkı olduğumuz adam yine dostoyevski çıktı. şaşırmadım. ne zaman kendime acıyacak olsam daha acınası halde karakterleri ondan buluyorum. içim rahatlıyor. oh.

8 Haziran 2011 Çarşamba



şimdi bu bir film olsun ve ben bunu 8 kere üst üste izliceğime oturup bu filmi izleyeyim bence.
hayatımın her döneminde muhakkak assassin s creed ve hasan sabbah manyağı insanlar oldu. bu benim kaderimdi. bu insanların özelliği gözlerinde bir katre parıltısıyla sana sürekli atlama hoplamayı ta yüreciğinde hissederek bir şeyler anlatmak oluyor. saygı duyuyorum. canım benim diyorum can kulağıyla dinliyorum.
son oyun istanbuldaymış epey önce gelmişti tabi bunun haberi. bugün trailerını izlerken lan acaba ben de mi oynasam gibi bir düşüncede buldum kendimi. sonra yea ben uğraşamam yea dedim filmi yok mu hasancığım bunun dedim. o da filmsi bir şey yolladı falan ama yok. sanırım benim lotr zamanım gelmiş. 3 ü üst üstte şat tadında şeedilmeli ama doğru yer yanlış zaman be iki gözüm. yazın yapılacak şeylere yazdım ama. bu yaz bi bana yazarsa tabi..

7 Haziran 2011 Salı

aşağıdaki yazım yanlışını bulunuz.

deliyim gözü kara deliyim.
yakarım Romayı'da yakarım ben!


evet gerçekten bu kadar trajik her şey.

Son moda yaşam

Severek evlenmek diye bir moda çıkmıştı ve onlar hemen bu modaya kapılmışlardı. Ayfer zaten modayı hep takip ederdi. Kırmızı çanta moda oldu mu koştur koştur gider kırmızı bir çanta alırdı, yakışsa da yakışmasa da kırmızı ruj sürerdi moda diye. Oje rengi sorulmasa bile olurdu. Pediküre gittiğinde cebine gülümseyerek 5 lira sıkıştırılan kız hemen sürüverirdi kırmızı rengi. Bilirdi böyle kadınları.

Öyle bir anda severek-kaçarak-kaçırarak evlenmek moda diye Ahmet’le evlenivermişti. Ayfer modayı, Ahmet onu takip ederdi zaten en başından beri. Ayfer modaya düşkün olduğu kadar gelenekçiydi de. Aslında geleneklere bağlı olmak modaydı o sene. Geleneklere göre hamamlara gidildi, kına gecesi yapıldı, ağlandı zırlandı… Her şey eksiksiz yapıldı.

Düğünleri gelenekten ziyade modaya bağlı kaldı. Moda diye askısız gelinlik alınmıştı. Hâlbuki bu model Ayfer’in kollarını olduğundan da şişman göstermiş hiç yakışmamıştı. Moda olduğu için limuzin kiralanmıştı, hiçbir masraftan kaçınılmamış, bol bol para harcanmıştı. Nikâh memuru o malum soruyu sorduğunda biraz duraklayıp sonra neredeyse çığlık atar gibi “e-vet!” demişti. Her şey modaya uygundu. Herkes sonunu bildiği oyunlara şaşıyordu. Şaşırmak modaydı. Hangi yılın modasıydı bunlar? Önemli değildi bu. Moda modadır çünkü.

Severek evlenmişlerdi ama severek devam etmemişti. Çünkü o sıralar, evliliğin aşkı öldürme modası vardı. Moda olmasa da böyle olurdu belki. Ayfer böyleydi çünkü. Hep bir oyun bir yarış.. Ayfer böyle düşünürdü hayatı.

“Aldım verdim ben seni yendim!”

Her tüketirdi. Bir sonrakini tüketmek için fütursuzca elindekini tüketirdi. Çocuklar gibiydi. Atari salonlarında sadece bölüm geçilsin diye uğraşan, kendi geçemedi mi başka bir çocuğu çağıran cinstendi. Amaç sonraki bölümü görmek ve bitirmekti. Oynamak değil. Bu yüzden her oyun bittiğinde hep boşluklarda kaldı Ayfer, bir sonraki bitireceği şeyi bulana dek…

Evlilik oyununda iyiydi aslında. Her şey düzenliydi. Bölümleri hızla geçiyordu. Derken bir gün boşanmak moda oldu. Ayfer daha evlendikleri gün böyle bir modanın geleceğini biliyordu. Deneyimliydi ne de olsa, yılların tecrübesi. Daha evlendiği gün aklında açmıştı davayı. Geçirdikleri her gün Ahmet aleyhinde deliller toplamıştı. Çok ileri görüşlüydü!

Öyle herhangi bir sebepten ayrılamazlardı. Gerçi anlaşarak ayrılmak modaydı. Şiddetli geçimsizlik ama anlaşarak ayrılmak. Mahkemeler için alışıldık ve geçerli sebeplerdi aslında. Sorun yoktu. Anlaştıkları için tek celsede ayrılırlardı. Ama annesini ikna etmek gerekti. Annesi pek modadan haberi olmayan pimpirikli bir kadındı.

“Ahmet geceleri horluyor” demek yetmezdi, çözümü vardı hem.
“Ahmet ben dizi izlemek istediğimde maç izlemek istiyor anne!” saçmalama Ayfer, sen kocasıyla maç izleyen eş modasına uymuştun da hep beraber izliyordunuz ya? Geçerli olmaz bu.
“Anne ben Ahmet için çok fedakârlık yapıyorum o beni hiç anlamıyor” bunu söylemek için yapmıştın zaten o fedakârlıkları. Banka gibi. Bütün fedakârlıkları yapıp yatırdın ve şimdi çekmek istiyorsun. İhtiyacım var diyorsun, banka sahipleri ihtiyacın olduğuna inanmıyor.
“Ahmet özel günlerimizi hep unutuyor” telefonuna alarm kur, hatırlatma koy kızım bunun için yuva yıkılır mı?

Ne için yıkılır peki?

Hiçbir şey için yıkılmaz yuvalar, birinin ayağı çarpar, yanlışlıkla onlar kendiliğinden yıkılır.
“Anne Ahmet’in hayatında başka bir kadın var!” olmaz öyle şey. “Olmuyor zaten. Ahmet benden başka kimseye bakmaz.” Öyle biri değil ki. Ayfer çok ayıp, şimdi de iftira mı ediyorsun çocuğa? “ Etmiyorum da keşke olsaymış ama. O zaman çok haklı bir boşanma sebebim olurdu. Sende hak verirdin bana.”

Annesinin haklı bulmadığı gerekçeleri hakim onayladı. Zaten “anlaşarak ayrılan, şiddetli geçimsiz çiftler” çoktu bu ara. Onlar başka kombinasyonlar denesin, başka castlı, ama senaryosu aynı “anlaşamayan şiddetli geçimsiz çiftler” filmi olsun diye hepsini tek bırakıyordu hakim. Bir süreliğine, kendileriyle şiddetli geçimsiz, anlaşarak ayrılamayan tek bireyler olarak kalıyorlardı öylece.

Ayfer böylece tek kalmayı önemsemedi ama. Moda böyleydi. “Ara sıra görüşürüz, beraber bir şeyler yaparız” dedi. Ahmet baktı. Ayfer; ”Arkadaş kalırız modaya da uygun” dedi Ahmet sadece başını salladı.

Farklı yönlere yürüdüler. Kimi zaman efkârlı şarkılarda moda olduğu için birbirlerini ve güzel anıları düşündüler. Bazen sırf rakı içerken kederlenmek gerek diye Ayfer olur olmadık zamanlarda meze yaptı Ahmet’in adını. Rakı içmek modaydı çünkü ve rakı içerken bir yerden sonra efkarlanılmalıydı.
Ertesi günü unutulan efkarlardı bunlar.
One night stand!

Ne kadar devam ederdi böyle bilinmez.
Boşanılan eski eşle tekrar evlenmek moda olana kadar anlaşarak ayrılmış, şiddetli geçimsizliği olan tekler -dullar- olarak yaşadılar.

4 Haziran 2011 Cumartesi



-sen o gün orada ne demek istemiştin andriyan?
-hangi gün?
-boşver.

3 Haziran 2011 Cuma

Uçurumdan Düşmece.

“Ölüyorum” diyor. Nefes alamıyorum!”
Aslında abarttığını herkes biliyor ama kimse bunu onun yüzüne söylemiyor çünkü aslında o kimseye bir şey demiyor.
Genç adam bu ara yalnız takılıyor. Herkese yüz çevirmiş kendi iç dünyasına dönmüş durumda. Ergenlik bunalımındaymış gibi duruyor o yüzden aslında pek ilgi çekmiyor ama yaşı geçkin. O da bazen ergen bunalımına sığınacak oluyor aslında. Düşündüklerine, söylemek isteyip söyleyemediklerine, anlatmak isteyip sustuklarına, susadıklarına ergen zırvası diyip geçesi geliyor ama o başka, biliyor.
Uyuyamıyor, gecenin bir yarısı şuursuz şuursuz dolanıyor evde. Bazen dayanamıyor dışarı çıkıyor. Soğuk ve karanlık şehirde her şeye meydan okuyor. Korkusuz olduğunu sanıyor ama aslında içindeki cesaretin tek nedeni yaşamamışlık, toyluk. Bazen uyuyup uyanmamak istiyor. Günlerce uyuyor. Hangi tarihte yatıp hangi tarihte uyandığını şaşırıyor.
Hiçbir şeye odaklanamıyor genel olarak. En çok sevdiği kitaplara bile bir iki sayfa sonra yüz çeviriyor. Yaşayan-yaşamayan-yerli-yabancı bütün yazarları bir bir küstürüyor. Başkasına sözüm var diyip, başka zamana erteliyor ama ne o başkası geliyor, ne de başka zaman.
Vazgeçiyor o da her şeyden. Bir yere sinip oturuyor kalkmamacasına. Koltuklarda rahat edemiyor. Duvara yaslanıp yere büzüşüveriyor. Sigara içenlerden nefret etmesine rağmen bir sigara yakıyor. Belki kendinden de nefret etmek istiyor, bahane arıyor. –bahaneye ihtiyaç var mı?- Bu sigara nerden, nasıl geldi eline hiç bilmiyor. Bir iki nefes alıyor, ortaokulda özentilikten pis kokan tuvalette ilk sigarasını içen ergen gibi öksürüyor. Onun kadar inatçı değil ama astımı var zaten. Vazgeçiyor hemen. Yerde söndürüveriyor.
Telefonu çalıyor. Uzanamıyor. Çok üşeniyor. En çok filmlerdeki gibi telefonunun telesekreteri olmadığı için üzülüyor. Arayan kişi keşke ona “Biliyorum ordasın…” diye başlayan bir mesaj bıraksaydı sinyal sesinden sonra.
Kimselerle konuşmak istemiyor ama birinin sesine muhtaç, o biri zaten hiç aramaz. Arasa da onun haberi olmaz.
Bunları düşünürken ayağa kalkıyor. Telefon bir daha çalıyor. Boş bulunup, bir refleks olarak açıyor. O daha “Alo” demeden telefondan “Nerdesin?” sesi çıkıyor. “Evdeyim” demek istemiyor bunun yerine “Düşüyorum” diyor. Telefondaki ses ona ve bu tür cevaplara alışık belli, hiç şaşırmıyor. Onu epey tanıyor. Sadece “Yine nereye?” diye soruyor.
“Uçurumun dibine” Çat!
Kapatıyor telefonu. Evet düşüyor hakikaten. Bir düşme bu yaşadığı. Uçurumun dibine düşüyor ama dip hiç yaklaşmıyor. Sanıyor ki; düşmekten haz alıyor artık. Düşme hissini seviyor. Salıncakta çok hızlı sallanırken zincirin bir an bolalıp sonra tekrar “tak” demesindeki o an. İçinin hop etmesi. O sonsuz sanki şuan. Bunu seviyor. Zaman geçtikçe daha da çok seviyor, alışıyor.
Dip şimdi uzak. Korkuyor. Dibe vurmaktan çok korkuyor. Şuan dibe vurmasındansa iki gün sonra vurması daha çok acıtacak, biliyor. Acının nedeni iki günün kazandırdığı ivmeden fazlası olacak tabi. Boşlukta iki gün daha kurulan hayallerin, alışmışlığın bedeli.

2 Haziran 2011 Perşembe


Soğuk iklimde yaşayan tatlı su kaplumbağası türü olan kaplumbağalar, sonbaharda derin bir nefes alarak girdikleri sudan, ilkbaharda çıkarlarmış..



evet şuan tam olarak o deriin nefesi alıp kafamı sutoprakhavakitapmomoursulaboynubüküköldülerhollywoodamaneolursa'ya gömmek istiyorum. hesaplarıma göre ancak temmuzun sonunda çıkabileceğim ki tam bir cinnet sebebi.

daha da büyüğü ise baş ağrısıdır. baş ağrısı insanı dublajlı amerikan filmlerine çevirebilir. kafayı buz dolabı içine sokturabilir. ya da keşke balkondan atıversem, verebilsem diye düşündürtebilir.

1 Haziran 2011 Çarşamba

bahane/bana ne?

saat 00:00 itibariyle "mayıstan da haziranı düşüneceksek ohoooo ölme eşşeeem ölme" beyanı geçerliliğini yitirdi. yani bi butlan değil ama zaman aşımı. herkes tarafından ileri sürülemez. zinada mesela öğrendikten sonra 1 yıl, her türlü zinadan sonra 5 yıl. tabi bunun konumuzla alakası yok.
neyse ben de saat 00:00 itibariyle "yea daha tarihi açıklanmamış sınava mı çalışcaz yea. şaka mısın hacu?" şeklinde gayet yavşak ifadelerle kendimi seni onu herkesleri kandırırken okula gittiğimde bir pano önünde öbekleşmiş insanlar beni benden aldı. hafiften gözlerimi kısıp bu insan guruhunu yaklaşırken "sınav tarihleri" diye bir fısıltı çalındı kulağıma ki hemen yolumu değiştirdim. lalalalala diye hızlıca bir şarkı tutturup anayasaya el sallamak suretiyle bastım taksime. (yani sonuçta bir gün daha bilmiyormuş gibi yapabilirdim.
ayrıca alternatif düşünmeliyim. yeni bir bahane düşünmeliyim.kendinikandırmacalarkumpanyası)
istanbulda yürümek kadar beni mutlu eden bir şey var mı? pek yok. galata köprüsünden yürüyerek geçme balık kokusu, istanbul kokusu.. "yüksek kaldırımda güpegündüz" diye o şarkıya dalaraktan tünele çıkmak. ahh..
neyse bunlar hep güzel şeylerdi. bir de acı sosumuz varki daha ayın 1'inde sıfırı tüketmiş insanmışım ben. iş bankası öyle dedi. üzüldüm. sahaf dolandım. burnunda sümüğü kurumuş çocuklar gibi iç çektim.

bu haziran biraz sancılı geçecek gibi.
Haziran'da ölmek zor..

bir de adettendir
(bkz.hoşgeldin yaz)
(bkz.hadi yaz yaz)
ahahha.

not: buldum! "daha vizesi açıklanmamış dersin finaline mi çalışılırmış yea?"

Gençliğin Şarabı

["çok kötü" dedi Pacito Celestino.
"delilik" dedi Vivente Macario.
"felaket" dedi Delfin Denisio. "korkunç"
"aşk" dedi Julio Sal. "çok güzel."]
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...