3 Haziran 2011 Cuma

Uçurumdan Düşmece.

“Ölüyorum” diyor. Nefes alamıyorum!”
Aslında abarttığını herkes biliyor ama kimse bunu onun yüzüne söylemiyor çünkü aslında o kimseye bir şey demiyor.
Genç adam bu ara yalnız takılıyor. Herkese yüz çevirmiş kendi iç dünyasına dönmüş durumda. Ergenlik bunalımındaymış gibi duruyor o yüzden aslında pek ilgi çekmiyor ama yaşı geçkin. O da bazen ergen bunalımına sığınacak oluyor aslında. Düşündüklerine, söylemek isteyip söyleyemediklerine, anlatmak isteyip sustuklarına, susadıklarına ergen zırvası diyip geçesi geliyor ama o başka, biliyor.
Uyuyamıyor, gecenin bir yarısı şuursuz şuursuz dolanıyor evde. Bazen dayanamıyor dışarı çıkıyor. Soğuk ve karanlık şehirde her şeye meydan okuyor. Korkusuz olduğunu sanıyor ama aslında içindeki cesaretin tek nedeni yaşamamışlık, toyluk. Bazen uyuyup uyanmamak istiyor. Günlerce uyuyor. Hangi tarihte yatıp hangi tarihte uyandığını şaşırıyor.
Hiçbir şeye odaklanamıyor genel olarak. En çok sevdiği kitaplara bile bir iki sayfa sonra yüz çeviriyor. Yaşayan-yaşamayan-yerli-yabancı bütün yazarları bir bir küstürüyor. Başkasına sözüm var diyip, başka zamana erteliyor ama ne o başkası geliyor, ne de başka zaman.
Vazgeçiyor o da her şeyden. Bir yere sinip oturuyor kalkmamacasına. Koltuklarda rahat edemiyor. Duvara yaslanıp yere büzüşüveriyor. Sigara içenlerden nefret etmesine rağmen bir sigara yakıyor. Belki kendinden de nefret etmek istiyor, bahane arıyor. –bahaneye ihtiyaç var mı?- Bu sigara nerden, nasıl geldi eline hiç bilmiyor. Bir iki nefes alıyor, ortaokulda özentilikten pis kokan tuvalette ilk sigarasını içen ergen gibi öksürüyor. Onun kadar inatçı değil ama astımı var zaten. Vazgeçiyor hemen. Yerde söndürüveriyor.
Telefonu çalıyor. Uzanamıyor. Çok üşeniyor. En çok filmlerdeki gibi telefonunun telesekreteri olmadığı için üzülüyor. Arayan kişi keşke ona “Biliyorum ordasın…” diye başlayan bir mesaj bıraksaydı sinyal sesinden sonra.
Kimselerle konuşmak istemiyor ama birinin sesine muhtaç, o biri zaten hiç aramaz. Arasa da onun haberi olmaz.
Bunları düşünürken ayağa kalkıyor. Telefon bir daha çalıyor. Boş bulunup, bir refleks olarak açıyor. O daha “Alo” demeden telefondan “Nerdesin?” sesi çıkıyor. “Evdeyim” demek istemiyor bunun yerine “Düşüyorum” diyor. Telefondaki ses ona ve bu tür cevaplara alışık belli, hiç şaşırmıyor. Onu epey tanıyor. Sadece “Yine nereye?” diye soruyor.
“Uçurumun dibine” Çat!
Kapatıyor telefonu. Evet düşüyor hakikaten. Bir düşme bu yaşadığı. Uçurumun dibine düşüyor ama dip hiç yaklaşmıyor. Sanıyor ki; düşmekten haz alıyor artık. Düşme hissini seviyor. Salıncakta çok hızlı sallanırken zincirin bir an bolalıp sonra tekrar “tak” demesindeki o an. İçinin hop etmesi. O sonsuz sanki şuan. Bunu seviyor. Zaman geçtikçe daha da çok seviyor, alışıyor.
Dip şimdi uzak. Korkuyor. Dibe vurmaktan çok korkuyor. Şuan dibe vurmasındansa iki gün sonra vurması daha çok acıtacak, biliyor. Acının nedeni iki günün kazandırdığı ivmeden fazlası olacak tabi. Boşlukta iki gün daha kurulan hayallerin, alışmışlığın bedeli.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...