27 Ekim 2011 Perşembe

insanlık öldü/insanlığın ölümü

hümanist bi insanım aslında. ama çoğu zaman insanları tek tek sevmek için neden bulamıyorum. insan ve egosundan hayatımın her döneminde nefret ettim. iğrendim. dibsiz kuyularda boğmak istedim. yapamadım. sonra uzaklaştım. 


şimdi haberler. 


"nihayet insanlık da öldü. haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istemememişler ve uzun süre, 'yahu insanlık öldü mü' diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. bu nedenle gazetelerinde, 'insanlık öldü mü' ya da 'insanlık ölür mü' biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da , yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. evet, insanlık artık aramızda yok. insanlıktan uzun süredir ümidini kesenler, ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır. fakat, insanlık aleminin bu büyük kaybı, bir çok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir.; o kadar ki bazıları artık insanlık olmadığına göre bir alemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeğe başlamışlardır. bize göre, böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir. insanlık artık aramızda dolaşmasa bile, hatırası gönüllerde her zaman yaşayacak ve çocuklarımız bizden, bir zamanlar insanlığın olduğunu, bizim gibi nefes alıp ıstırap çektiğini öğreneceklerdir. insanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum. zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için birşeyler yapmağa çalışanları sevgiyle izlerdi. bugün için insanlık ölmüşse de, onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamağa devam edecektir. insanlıktan paylarını alamayanlar için o zaten bir ölüydü; onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu. yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık, dünya savaşlarından birinde, çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı. bu olaydan sonra hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık, önceki gece sabaha karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar, insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır.doğru dürüst bir tahsil görmeyen ve kendi kendini yetiştiren insanlık hiç evlenmemişti. küçük yaşta öksüz kalan insanlığa doğru dürüst bi mirasta kalmamıştı; bu yüzden sıkıntılarla geçen hayatı boyunca insanlık, başkalarının yardımıyla geçinmeye çalışmıştı. insanlığın ölümüyle ülkemiz, boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. gazetemiz, insanlığın yakınlarına başsağlığı ve sonsuz sabırlar diler.not: merhumun cenazesi, önce , uzun yıllar yaşamış olduğu hürriyet caddesinden geçirilecek ve ölümüne kadar içinde barındığı ümit apartmanı bodrum katında yapılacak kısa ve sade bir törenden sonra toprağa verilecektir."


insanlık, dün istanbul üniversitesindeki kermeste görev alanlar başı kapalı diye yardım etmek istemeyen zihniyetin tokadıyla feleğini şaşırdı. 
insanlık, van'da açılan bir koliden çıkan taşlarla taşlandı.
başka bir koliden çıkan her bayrakta kan kaybetti.
muhabbet açma amacını aşan ve sonuna hemşerim eklenmeyen ilk "nerelisin, kimdensin?" sorusunda boğuldu.
insanlık, feryatlara karşı zırh edilen kulaklıklarla sağır oldu. 
bana dokunmayıp bin yıl yaşayacak yılanlarca zehirlendi.
bir yerlerde açlıktan ölen insanlara inat bankada biriken para faizlerinde tükendi.
kışın dışarıda çıplak bırakılan ayaklarda dondu. 
mendil satan/sattırılan bir çocuğun sümüğünde aktı gitti.
insanlık, felakete "oh olsun" diyen kişinin nefesinde nefessiz kaldı.
bir şeyler sadece çok sevap diye yapılırken çıkan yangında kül oldu.


insanlık, ölümüne kadar içinde barındığı ümit apartmanının enkazından ölü olarak çıkarıldı.


"insanlık tek başına kollarımda can verdi, yanında kimseler yoktu.."


insanlığın bir çocuğu olsun isterdim. gayri meşru bir çocuğu. şimdi bebek olsun ve büyüdüğünde tekrar diriltsin. umut hastanesinin kapısının önüne bırakılan bir çocuk olsun o. donarak ölmesin. 


Van'da bu gece kar yağmasın.
Van'daki minik ayaklar, nasılı topuklar, yaralı parmaklar üşümesin. 
hiç üşümesin. 



yukarıda tırnak içindeki yer hikmet benol'a aittir. o da albayla birlikte üzülmüşlerdi insanlığın ölümüne ta o zamandan. daha ölmeden ölme ihtimali onları bu yola sevketmiştir.  en vurucu şekilde anlatmak istemişlerdi. haber olarak mı oyun olarak mı çok düşünmüşlerdi. daha o zaman ölümü hissedilen insanlıktan şimdiye ne kalırdı zaten. hüsamettin albay yanıldı. bi emekli albayın yanılması beklenmezdi ama o yanıldı. "insanlık gelmez böyle oyunlara" dedi. insanlık tongaya düştü albayım. iyi ki görmediniz. 


"kendinizi bu akışa bırakın albayım. zaten kaç kişi kaldık şurda. bakın, insanlık da öldü." 

26 Ekim 2011 Çarşamba

kendimden taşınmak istiyorum bazen.
anlaştığım nakliyat firması her şeyi kırsın, kaybetsin falan.

19 Ekim 2011 Çarşamba

nevi şahsına münhasır saadet







"Günlerimiz olacak
Daha nice yıllarda.
Hep beraber seninle,
En güzel bir baharda,
Bir uzun yazda.
Günlerimiz...Kâh Adada, kâh Boğazda.
Kuytu bir yolda 

–bütün böğürtlen, kocayemiş –
Dudaklarımız birleşivermiş...
Akşam, Köprüüstü kalabalık,
Başın, omuzumda artık
Ufukta hilâl, gökte yıldızlar.
Günlerimiz olacak,
Mesut, bahtiyar."





Daha güzel bir mutluluk betimlemesi zor bulunur. "nevi şahsına münhasır saadet." iki yanağından öpüvermek istiyorum Ziya Osman Saba'nın. Ve bu hikayeleri oyunlaştıran istanbul şehir tiyatrolarına ise sevgilerimi yolluyorum. 


fotoğraf mühimdir. kanıttır. her ne kadar photoshop falan olsa da yine de değişmezdir diyeyim ben itiraz eden olmasın. donan andır. 


her şey unutulacak bir tek fotoğraflar kalacak...


uzun zamandır fotoğraf çektirmiyordum. kasıtlı bir şey değildi aslında. etrafımda deklanşöre basan biri yoktu ki gülümseyeyim. yoksa yaşadığıma dair kanıt bırakmama hesapları yapan mutsuzluğumu geride bırakmıştım. küstüm ve marlis ankaraya gittiğimde aramıza mercek sokarlarsa dondu geçmişim. onun dışında hiç kesintisiz ve delilsiz akıp geçti. ileride gençken de şöyleymişim diyeceğim çok fotoğrafım olmayacak muhtemelen. buna üzülüyor muydum? aslını söylemek gerekirse düşünmemiştim bunun üstünde.


ta ki bugün mesut insanlar fotoğrafhanesine gidene kadar. işin gerçek fotoğrafhanesinden daha sonra bahsedeceğim. önce oyuna değinmek istiyorum. tek kişilik -fotoğrafçıyı saymamaca yapmıyorum da öyle demek kolay geliyor dilime- zor, melankolik bir metine sahip yoğun bir oyundu. çocukluk, özlem, hayatla ilk merhabalaşma, ilk el sıkışma, ilk yanılma, pişmanlık, kıymet bilememe, yanılma... bir çok duyguyu içeren fotoğraflarla bezenmiş, köprü manzaralıydı. 
şarkılarla da kendini belli eden bir şey vardı ki Can Doğan'ın sesi ve sesini kullanışı. hiç nefessiz kalmadan, kesilmeden, anlaşılır ve akıcı bir şekilde o kadar uzun tiradlarla başa çıkmak açıkcası dilekolaygillerden. 
oyunda en çok sevdiğim son bölümdeki beyoğlunu ve ordaki dükkanları yaşatışıydı sanırım.


"Sanki bütün bu mağazalar, bütün şu insanlara, saadet satıyorlar."


bazen istiklalde yürürken o hengame, o hiç durmayan alışveriş. o "buakşamçekiliyorbuakşambuakşamcı milli piyangocu. kestanesatarkenmaşasıylatezgahınavuran seyyar, faldaiddalıyızcılar, greenpeaceci çocuklar, ingilizce kursu broşürü dağıtanlar, 2dakikanızvarmıcı anketörler... sanki hepsi geçmiş de sana "seni ne mutlu eder?" diye soruyor gibi. sen susmuşsunda "bu mu yoksa bu mu yoksa bu mu?" diye önünde defileye çıkmışlar gibi. 


ve arada bu anı donduran, en güzel tramvayın geçişini yakalamaya çalışan büyük haşmetli fotoğraf makinalarına sarılmış yerli olduğu halde yabancı ya da hepten yabancı turistler. hala fotoğrafını çekecek kadar farklı gören turistler. 


peki ya fotoğrafhaneler?
hangisi mesut insanlar fotoğrafhanesi bilmem. açıkcası ziyacığım kusura bakma ama ben senin gibi değilim. ben güveniyorum kendime. giderim gülümserim çektiririm fotoğrafımı. ben de saadetimi tespit ettiririm. notere şerh gibi bir şey zaten. hele de vitrine kondu mu mutlu halim. dediğin gibi. saltanatı hem benim mutluluğundan hem de benden uzun ömürlü olur muhtemelen. ama sen benim mutluluğumu kıskanır, çekemez, çıkarsın:


"Ben de pekala şu mesut insanların fotoğraflarını çıkarttıkları fotoğrafhanelerden birine girebilir, ben de mesudum, benim de resmimi çekebilirsiniz diyebilirim. Fotoğrafçı da itiraz edemez, sizin kimseniz yok, fotoğrafı ne yapacaksınız, diyemez. Sorarsa, elbette günün birinde benim de bir sevgilim olabilir. Sizin çekeceğiniz bu en güzel fotoğraf onun çantasının gizli bir köşesinde, güzel kokular içinde yatabilir, derim. "


bilirim. dersin. ne yaparım ondan sonra. nemli gözlerimi nereye saklarım. bir dakika derim. daha fotoğrafçı adam siyah örtüsünü başından atarak doğrulmadan, o terli ümitsiz bakışını bize göstermeden benim çok acil bir işim vardı der kaçarım. ikimiz için yaparım bunu. ben kendi gülümsemem daha büyük görünsün diye ikimizin resmini yan yana koyamam ki.


" Fakat şimdi niçin böyle uğraşıp duruyorum? Niçin kendi kendimi aldatmaya çalışıyorum? Benim asıl mesut zamanlarım ne oldu? Niçin asıl o zamanlar resim üzerine resim çıkartmadım? Niçin her hafta fotoğrafçıya uğramadık? Neden bugün buraya tek başıma geldim? "


not: mesut insanlar fotoğrafhanesine gidip bol bol fotoğraf çektirilmeli. 

16 Ekim 2011 Pazar

güneşin denize battığı yer en güzeldir.

sonbahar

15 Ekim 2011 Cumartesi

güzel şeyler yaşanır.
yazılmaz.
nazar değer.

not: aşk bu değil yapma be güzel.

2 Ekim 2011 Pazar

yeni sezon.

ekimde istanbul bir başka güzel.
evime döndüm ve deli gibi bir sinema tiyatro listesi yaptım kendime.

filmekiminde biletlerin 2. günde tükenmesi şaşırtıcı olmamasına rağmen hüzün yaratmadı diyemem. 
tiyatro sezonunun açıldığının daha kimse farkında değil bu güzel haber.
yapmak istediğim çok şeyin olduğu bir sezona daha merhaba derken geçen kış yazın okumak üzere aldığım cinler varlık yayınları 2 cilt turuncu-mavi bana usul usul gülümsüyor. 
şahbazın harikulade yılı var ama elimde.
bitsin, sahnenin dışındakiler var. sonra geleceğim sevgili fyodor. ben de çok özledim seni. 
pazartesi okulun 3. haftası. başlangıçları sevmem o sebeple 3. haftadan merhaba diyeceğim. evet bu pazartesi kesinlikle başlıyorum. çünkü lazım.
hayatımda bir düzen arıyorum bu ara. okul başlasın her şey yoluna girecek diyordum. olmadı. sanırım benim okula başlamam gerekiyordu. bunu atladım. ama sonuçta ders aldım. her şey yolunda. 
pazartesi her şeyi yoluna koymak için mükemmel gün. 

Yarın bütün öğleden sonramı tarik zafer tunaya kültür merkezinde dar alanlar/daralanlar konulu belgeselleri izleyerek geçireceğim sanırım.
bu kelime oyununu sevdim. epey sevdim. 


arada her şeyi satıp gitme ve aklın kalma kontenjanından.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...