21 Eylül 2010 Salı

ahahaha

erteleme.

evet sürekli bir şeyleri erteleyip başımdan savıyorum. bu bu zamana kadar olmayan bir şey değildi. ama daha önce hiç bu kadar ciddi boyutlara erişmemişti.
2 de ingilizce muhafiyet sınavım vardı. öncesinde öğrenci belgesi almam lazımdı. ve hukuk fakultesiyle yabancı diller fakultesi arasında epeycene bi mesafe var. bulunduğum mevkiden beyazıta gitmem 2 saat. ve sonuç olarak arada az da dolaşırım dedim ve ev halkına dün yarın 10 da çıkacağım dedim.

sabah 8 buçukta kalktım. dolandım. sonra annemin koynuna gittim. özlemişim. biraz orda uyudum. ilginç bi rüya gördüm. haliç köprüsünden geçiyoruz. (evet rüyalarımda görcek kadar istanbullu oldum) bi anda yağmur yağıyor deniz taşıyor falan. iyiki galata köprüsünde değiliz diyorum içimden. ondan tramvay geçiyodu elektirik çarpardı kesin. neden rüylarımda böyle şeyler düünüyorum bilmiyorum.
neyse sonra uyanıyoruz. saat 10a 10 var. sen 10 da gitmicek miydin?
düşündüm de.. 10 çok erken..


kahvaltı etmiyorum. her şeye bi bahane buluyorum. dişim acıyo. karnım ağrıyo. kek yiyorum genede biraz. sonra dolandım. uzandım. teknik olarak ne yaptım bilmiyorum. ama evden çıktığımda 12ye 5 vardı. metrobüse yürüdüm. bindiğimde 12:12 idi. sonra sonsuz bi yolculuk.

zeytinburnunda in. tramvaya bin. bütün bunları saygı duyulacak bi ritüelle yaptığımı bütün istanbul halkı kabul eder bence.

sonra tabi saat burda 1i geçmekteydi. öğrenci belgesi işi yatmıştı. tek plan sınava girmekti. yabancı dilleri bilmiyordum. sora sora bağdat bulunur felsefesini deli gibi özümsemiş biri olaraktan önüme gelen herkese yabancı diller fakültesi nerde diye sordum. herkes düz git ilerde sor gibi bi tepki verdi. derken bir adet sevimli gülümseyen bir bayan bulup klasik sorumu onada yönelttim.

-ay dont nov türkiş.
dedi. üzüldüm. ama gülümsedim. bana içinde bayzit gecen bi cümle kurdu. anlamadım sonra bayzit derken beyazıt demek istediğini kavrayıp ona hemen
go strait a heed. tur left. demeye hazırlanıyordum ki bana başka bi istikamet gösterdi. ay dont nov dis veey. but go streyt a heed diye tekrardan başladım. sevimli kızcağız ay nov ay nov dedi. okkay dedim. sonra bana insanların neden ingilizce bilmediğini sordu. ben de ay dont nov ingliş tuuu dedim. vay? dedi. okulda öğretmiyorlar mı dedi gözlerim doldu. eğitim sistemizin en zayıf noktasına barnak basmıştı ama kör olasıca eğitim sistemi bana dertlenicek kadar bile ingilizce öğretmemeişti ve ben doyasıya bu hanım kızımızla dertleşemeyecektim. halbuki vat is yorneym diyip akabinde. adının sonuna ciğim cığım takısı ekliyip saatlerce konuşmak isterdim.
ama sadece ver ar yu from diye sordum.
aym from iran dedi.
iran! ay layk iran dedim.
daha önce bulundun mu dedi.
yöö dedim.
vay yu ar in hiir dedim.
bişiler bişiler dedi tam anlamadım ama sanırım içinde shoping ve firends geçti. goodbyy siiiyuuu dedim. yoluma devam ettim.

derme çatma ara sokaklardan geçerek müştemilat gibi duran yabancı diller fakültesine ulaştım. adamın birinci öğretimler şu panoda ikinci öğretimler şu panoda anonsu aklıma titanicteki önden kadınlar ve çocuklar öncen kadınlar ve çocuklar anonsunu hatırıma getirdi. adımı buldum. b1 koridoru sınıf 8
gittim. içimden az evvel iranlı kızla praktiz yapmanın verdiği güveni yaşarken eğer muaf olamazsam her cumartesi buraya gelmek epeycene bi koyacaktı sanırım.
sınavın başlamasına 2 dakika kala suuu sınıfa geldi. su ile dün tanıştık.
kendisi robert kolejinden mezun olup boğaziçinde hazırlık atlamak suretiyle siyasetbilimi okumuş bi de gelmiş burda hukuk okuyacak tapılası bi şahsiyet. evet. ona hemen yanımı ayırdım. ne olur ne olmaz. evet belki de üniversite hayatıma daha da ötesi hukuk yaşantıma kopya ile başlıyacaktım. ahhahah.

kağıtlar dağıtıldı. aman yarabbi. üç kuruşluk ingilizcemle bile tey tey diye yapabileceğim güzüde bir sınav. evet 50 soru 25 yap geçersin mahabbeti. 10 dakikada verip çıkmak. eğer bi problem olur bi şey olurda kalırsam yemin ediyorum pılımı pırtımı toplar ankaraya döner koca beklerim. okumam.

çıktım. hedef taksim. sahaflar festivali. çok güzel ama gidiş nasıl olucak? bu güzel soruyu karşıma çıkan ilk adama soruyorum. bana tramvay tarfi ediyor. şu üç günlük istanbul geçmişimle bile biliyorum ki tramvay taksime gitmez. yine de kırmıyorum onu hatta gösterdiği yöne bile gidiyorum. sonra başak birine soruyorum. o tam ters yönü tarif ediyor koşulsuz güveniyorum. eminönünden gidersin diyor. tamam diyorum.
biraz daha yürüyorum. içimde kaybolmuşluk hissi. mutluluk veriyor bana gerginlik değil. özlediğim bir şey zira. ankarada yapamıyacağım bir şey.

bi adama eminönüne nasıl giderim diye soruyorum. geri dönmemi salık veriyor. hayır geri dönmek nefret ettiğim şey. peki ya taksime giden otobüslere onlara burdan nasıl giderim diyorum. ha düz devam et diyo. yolun sonundan dön orda bi daha soruver.

gidiyorum. dönüyorum. ahhaha kesin kayboldum. bi internet kafeye bi daha soruyorum.
-şu binayı görüyon mu?
-evet.
-onun yanından gir.
(orda yol yoktur. yanlış anladığımı düşünürüm)
-hangisi?
-şunu
-cami görüyorum.
-yanındaki.
-evet.
-tamam git yol var orda görecen.
...

evet yol değil patikanın 3te biri ebatında bir geçit. çok gizemli vuhuu. kediyle kaşılaşıyoruz. buralar benim mekan bebeğim önce ben geçerim diyor. eyvallah diyorum. ahahha gülüyorum sebepsiz. hava soğuk. üşüyorum. hırkanın önünü kavşturuyorum. kızılayın mario oynanan kızılayına taş çıkartacak yollardan geçiyorum. sonra caddeye varıyorum. durak!
otobüs geliyor. biniyorum. müze durağından binmişim. nerler hiç bilmiyorum. unkapanının önünden geçiyoruz ama. ahahha yok ankarada böyle yerler.

şok şok şok kampanya.
950 tl ye klip çekilir.

ahahha saatlerce gülmek istiyorum. otobüste kimse benimle aynı duyguları paylaşmıyor. haliç üstünden geçerken bu daha da belirginleşiyor. insanlar uyukluyor falan. lan lan lan denizin üstünden geçiyoruz diyip dürtmek geliyor içimden. ben istanbulu kanıksamak istemiyorum sanırım. en azından bi süre daha deniz görünce heyecan yapmak falan.

taksim sahaflar festivali düşündüğümdende büyük çıkıyor. iki kitap alıyorum. sonra geziyorum. sonra bi kitap daha alıyorum. adam indirim yapmak yerine dünyayı hediye edebilicek biri. bir kitap hediye ediyor. sonra bir adet büyük boy dolapvari bişey görüyorum. üstünde marlbora baskılı. hoşuma gidiyor. öylesine fiyatını soruyorum. 50 diyor. gözlerimi önüme indiriyorum. benim dğeil o aslında arkadaşın bana verdi sat diye. 30a kadar inerim diyor. temam diyorum. kitapta 10du. 40 tl veriyorum. sonra bana bir kaç kitap daha hadiye etmeye başlıyor. sonra elimde bir adet. marlbora dolabı ve 6 kitapla çıkıyorum. ahhahah. çok ağırlar. ama eğleniyorum.
meydana gidiyorum. heykelin orda oturuyorum. bi çay içesim var ama param yok. ahhahaha. son kuruşuma kadar harcamışım. neyseki akbilim var. akbil her şeydir.
2 sigara içiyorum. sonra kalkıyorum.
metro. mecidiyeköy.
metrobüs.

oturcak yer buluyorum neyseki. bu mutluluk verici. evet. tamam. bu da böyle bi anımdır.

not: o değil bu içinden konuşmalar bir gencin istanbul seyir defteri olursa ahahaha çok gülerim. olmaz ama. yapmam. gelen var gelemeyen var.

not2: çok fazla ahahahah diye gülüyorum. anti depresn kullanıyo olabilirim. ama emin değilim tam.

not3: yusuf atılgan geldi aklıma. o paragraf canlandı gözümde. "iyi hoş güzelde insnaın karnı hiç mi acıkmaz hiç mi çişi gelmez." gelmedi yusuf atılgancığım. gelmedi. bir kez olsun işemedim bu gün. anca eve gelince işedim. acıkmadım da. su bile içmedim koca gün inanır mısın? istanbul doyuruyor beni. ahahhaha. tamam.

20 Eylül 2010 Pazartesi

bu bir burası istanbul yazısıdır

burası istanbul.

(italik başladığıma bakma romantik değil bu yazı)
evet istanbuldaki insanlar sanırım sadece bunu söyliyebilmek için yaşıyor.
bahsettiğim şey mavi reklamı değil a dostlar.
burda heyecan var burda dıptıs dıptıs bura eğlence burası istanbul teması değil.
ben bakkalının, emlakçısının, taksicisinin, simitçisinin ağzındaki "burası istanbul" lafından bahsediyorum.
o nedemek biliyor musunuz?
burası istanbul burda her şey kol gibi o ye beybi.


evet ev bakılmaktadır. emlakçı bey:
-2 ay depozito verceğniz.
-2 ay?
-öyle abla burası istanbul. burda hep böyle.

taksicinin önüne zort diye araba kırar. taksici küfreder. sen eşlik edersin. adam:
burda hep böyle abla burası istanbıl.

simitçiye 500 bin verilir.
-yimmbeş kuruş daa abla.
-750 bin mi?
-yetmişbeş kuruş abla. yabancısınız heralde.
-öyle.
-bura istanbul.

replik bu. evet şimdi kurban bekliyorum yanıma. yanıma ilk gelen insana hayattan bezene kadar burası istanbul dicem.
ama daha yolu var sanırım. henüz burası istanbul dicek kadar istanbullu değilim.
dün bir bu gün iki derler adama.
ama burası istanbul.

17 Eylül 2010 Cuma

iki şarkı

başka türlü bir şey benim istediğim.
bu şarkıyı dinledim. ve evet dedim. başka türlü bir şey. ne ağaca benzer. ne de buluta.
bambaşka dedim. neden dediler tarif edemedim.
burası gibi değil gideceğim memleket.
havası ayrı hava denizi ayrı deniz.

burnumun dikine gittim bi çoklarınca. herkes kal dedi. hayallerim dedim. aşk dedim. bir tıklamayla gittim ben. mutluluk bu dedim.
özgürüm dedim.
yeni şeyler dedim.

"never recreate from your memory, always imagine new places.",

bu önermeyi gerçekleştirmenin en iyi yolu da gitmekti zaten. new places new places new places!!! new people new peoplw new people! (bok ye)

neden böyle oldu ki?
biliyorum nedenini. bu gün. barıştan ayrıldıktan sonra. yunusla öylesine yürüdük ya hani. o an ikimizde de aynı endişe vardı sanırım. yani sırf yürümüş olmak için öylesine yürüdük. kızılayı özlemiyeceğimiz muhakkaktı ama. yine de uzunca bi zaman yürümeyeceğimi bildiğim için yürüdüm sanki. kızılayın o mario pisti havası azalmıştı. yeni taşlar döşenmişti. yürüdük öyle. üst geçitten geçtik. o lanet oyuncağın sesi yoktu. olsun da istemedim zaten. çiçekçilerin önünden saptık. otobüs duraklarınn ordan. ykm gibi yapıp dolmuşlara döndük. sonra tekrar otobüs durakları sonra sonra bi ara kaptırıp deniz kuvvetlerinin oraya kadar yürüdük ordan oyak dolmuşu gelene kadar.

ertesi gün orda yürümeyeceğimi bildiğim için geçen sene olsa mutlu olurdum ama bu akşam içimde bir şey oldu.
hayır asla özlemicem. özlem değil bu.
ama ben buraya bi düzen kurmuşum.
yani bi şehir yaratmışım ben. silip en baştan yazmışım. ve şimdi başka bi yere gidip en baştan başlıyacakmışım.
hangisi bilmiyorum.
ya yeni düzen kurmak zor geliyor.
ya bunun gibi olmaması beni ürkütüyor.
ama ben bundan sıkıldım ki. bundan gitmek istedim. başka türlü bir şey istedim. benzemiyecek zaten!

o zaman sorun ne?

sorun ansızın çıkıp gelen ezginin günlüğü şarkısı..

Yeni bir ülke bulamazsın
Başka bir deniz bulamazsın
Bu şehir ardından gelecektir
Sen yine aynı sokata dolaşacaksın
Aynı mahallede kocayacaksın
Yeni bir ülke bulamazsın
Başka bir deniz bulamazsın
Bu şehir arkandan gelecektir
Aynı evde kır düşecek saçlarına
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin
Geleceksin bu şehre sonunda
Başka birşey umma
Başka şey umma!


halbuki ben "başka türlü bir şey benim istediğim, burası gibi değil gideceğim memleket.." diye bir şarkı mırıldanıp gidecektim.. nerden çıktı bu şehir?

12 Eylül 2010 Pazar

bu bir referandum yazısıdır

günümüzde hemen herkesin içinde bir adet siyaset uzmanı bulunmaktadır. apolitik diye bi kavram hakikaten varsa bu zihniyette ki çöp beyinli bir nesili saymaz isek toptan genellemek mümkün. ki bu apolitik neslimiz bile referandum sürecinde bilhassa facebookta 3 video izleyip uf ben çok deli fikir sahibi oldum ben çok deli biliyorum diye alıyor sazı eline. bunu yaparken en çok düşündüğüm nokta ise izlediği bu videoların doğruluğunu bile sorgulamaması. yani ben yarın öbür gün angelino jolie hakkında bilinmeyen gizli plan diye bi video hazırlasam -ki yeterli donanıma sahip olsam sırf toplumsal deney amaçlı yapardım bunu- angelina jolie aslında kürt müş türkler baskı yapınca kaçmış diye senaryo yazsam. estetik olmuş desem. önce sonra fotoğrafları koysam. kaç kere paylaşılır acaba. ve altına kaç tane "abi pek inanmadım ama doğru olabilir" gibi bir comment yapılır? bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya çalışan insanlara 18 yıllık hayatımın aklı başında geçirdiğim süreç boyunca acıdım. kalan ömrüm boyuncada acıcam.

herkesin bilgi sahibi olduğu bu güzel ülkede roportajlarda şöyle şeyler kulağıma iliştikçe daha da bi gururlanıyorum. ah diyorum. insanımız ne kadar araştırmacı geliştirmeci.

-amca oyunu neye verecen?
-ak partiye.
-amca bu yerel seçim değik referandum. evet mi hayır mı?
-ha evet diyecez evet.

-referandumda nasıl oy kullanıcaksınız?
-hayğııır dicez biiiiz.
-neden?
-çünkü akepe evet istiyo. akepe gerici.

-teyzecim referandum da oy kullanıcak mısın?
-tabiki bu benim hakkım.
-ne diceksin peki?
-evet dicem.
-neden?
-kocamla öyle karar verdik.

aman alllahım aman allahım sana geliyorum. kaç kişi hangi maddeler oynanıyo ne olacak diye baktı acaba o kadar merak ediyorum ki. nasıl mantıktır lan bu. biz kocamlan konuştuk görüştük. böyle dimee karar verdik. koltuk takımı çünkü. gerçi ben sokaklarda gezen muhabirleri de pek onaylamıyorum. oylama bu ve gizli bir oylama. ve insanlara böyle bir şey sormaya ne derece hakları var sabaha kadar tartışılır. ben tartışırken sonuçlar açıklanır falan filan.

asıl olarak gelmek istediğim nokta şu ki. türkiyede siyatesin geldiği çirkin nokta. il il gezmenin amacı bence sadece maddeleri anlatmak olmalıydı. her parti getiri götürü olarak anlatmalı ve öylece bırakmalıydı. yok biz onun kırmızı donlarını biliriz. o eskiden ne keraneciydi o adamın yasasoma güven olur mu gibi evet ya da hayırı kişilerle özleştirerek halka sunmak en başından yanlış bir şeydir zaten.

bu referandum öyle bir noktaya geldi ki son olarak doğru olan değil amaç. hani okullarda münazaralar olurdu ya. onun gibi. ne savunduğun değil. nasıl savunduğun önemlli. tamam siyaset biraz pazarlamadır. eyvallah ama senin pazarlamak için yola çıktığın ürünle "şu elimde görmüş olduğunuz" cümlesini kurarken elinde gösterdiğin bambaşka. onu napcaz yiğen?

insanlar çok sert konuşuyo ben onun konuşma şeklini sevmiyorum ondan evet dicem. çok baskı kurmaya yönelik konuşmalar yapıyor eli ayapı durmuyor ondan ben hayır dicem gibi saçma salak cümlelerle ortalıkta fink atarken nereye gidiyoruz allesen? sen adamın daha ne söylediğine bakmamışsın. o adamdan dinleyemiyorsan başka adamdan dinle.

ama geçip de karşıma akepe yol yaptı köyden 11 çoçuğumuzu işe aldı. cami yaptı allah razı olsun oyum evet.
akepe bence çok yobaz. kaka o. gerici. hem ben anarşikim asiyim. çarşı hep karşı hayrı hayır hayır. insanı arasında zerre fark yoktur aslında.

yerel seçim olur. yiyo ama çalışıyo görüşüne bile eyvallah derim belki ama bu kadar saçmalamaya üzülürüm. hakikaten.

bir de son olarak aslında bir özet niteliğinde hangi ildi hatırlamıyorum videoları çıktı. uykusuz da falan da yazdı. akepe konuşmasında
"cehepenin türban sorununu çözeceğine inanıyor musunuuuzz?"
halk:
eveeeeet.
..
inanmıyorsunuz değil mi?
eveeeet.

bunun hayırıda olabilirdi. olabilirdi. çünkü bu kadar bilgisiz bir kitle var.
evet ne diyoruz o zamaaaan??

eğitim şart.

bir 12 dev adam masalıdır.

Televizyonda küçük sırlar vardı. Maç başlamak üzereydi. Anneannemdeydim. Ntv açın tam saha presim mevcuttu. Açıldı bu sırada aliye happi börthdey dedim.ve evet hava atışıyla maç başladı. Anneannemin televizyonunda muazzam bi ses dengesizliği mevcut idi. Bazen en son ses de hiç duyulmuyor bazen kısık iken gümbür gümbür idi. Bir de televizyonun bir diğer izlemeyene sesi fazla açık gelme özelliği ise eski girnedeki bu hoş sıcak evde kendini epey belli ediyordu. Biz –ablam ve ben- soluksuz maçı izlemey koyulmuş iken anneannem hiç bi oyuncunun taklit edemeyeceği ege şivesiyle:
“panayır mı bio yavrum bu?”
Dedi. Yok anneanne maç dedik. Ne maçı bu saatte dedi. Türkiye maçı dedik. He ecnebilerle mi dedi. Evet dedi hadi bakalım inşallah deyip tesbih çekmeye başladı. 12 dev adam için mi soramadım. Daha çönceki maçlarda ilk andan itibaren 5 sayıyla fark koyup arayı açmaya alışan 12 dev adam için yavaş bi başlangıçtı. Ve bu başlangıç yüreklerde lan lan lan çöreklenmesi meydana getirmişti. Amansız bir takip vardı ama bir türlü berabere olamıyordu. İlk çeyrek sonlandı. 17-20. Anneannem “yola gitceksiniz bi şeyler yiyin bakim” ısrarları devam ediyordu. Annem baklava getirdi yedik. İkinci periyot başladı. Babam aradı. Çıktım geliyorum dedi. İkinci periyot hafifi karanbole geldi. Sanırım bitmesine 5 dakika kala çıktık. Arabaya bindik. Anneannem arkamızdan su döktü. Öpüp ağlayamayacak kadar telaşlıydım sanırım. Aç aç şovu aç dizi başlıcak der gibi. Ntv nin radyosu var mı ki dedim. Aradık. Bulamadık. Sonra bi yerde adamın teki bıd bıd konuşuyorduk ondan öğrendik ki ilk yarı 42 35 bitmiş. adama kalsa cezayı kesip asmıştı. İlk söylemedi skoru. sandım ara baya açıldı. Adam yok kötü oyun. Panik. Olmaz böyle. Kaybedicez. Bu da bişey. Neyse. Pff tmm. Modunda bir hava içindeydi. Adam sözlerini “umarım top bizi sever ve bizden yana bizim için girer diyerek” noktaladı. 7 sayı ulan! 7 sayı nedir ki? Hallolur. Biz inandık dedim. Şimdi o adamı bulup gözlerinin içine bakıp hiç bişi söylemek istemiyorum. O anlayacağını anlar zaten.
Otogar Allahın unuttuğu yerde zaten. Vardığımızda 3. Periyot başlıyalı olmuştu.herkes ekrana kitlenmişti. Küçücük 29 ekran televizyon. Bizim evdekinden. Alışkınım ben ama kısıyorum yine gözlerimi. tam dakika bilmiyorum ama bi eşitlenme oldu ya hani. 46 46 oldu ya. İşte tam o zamandı. İşte dedim. Tamam bunu attırmasalar dönüp atsalar biter bu iş. Olmadı. Sırplar 8 sayı taktı. Olsun dedik. Ölmek var dönmek yok dedik. Devam ettik. Atılan 3lükler girmiyor. Arkamdaki kadın ay 3lük zorlama ersan 2 2 alırız bu macı diye dişi yakarış yaptı. Herkes aynı anda hobarey. Yuh. Hadi bey. Oley diyordu. Muazzamdı. Arada muavinler gelip kaç numaraydı diye bagaj kağıdı kesiyordu. Bide bi ara aydın Antalya mersin kalmasın geçti. Kimse sallamadı. Bence o otobüs maç bitmeden kalkmadı.
3. çeyreğin bunu önde bitirsek ya umuduyla son demlerini yaşıyorduk. Bi üçlük! Atma ulan! Atama inşallah! Hadi koçum! Affetmezsin ki!
63-60.
Umut hep var. Fark hiç yok olmuyor ama direniş süper. Hiç kopulmuyor. Sonra o an herkes sahada. Arkamdaki adam maçın özetini geçiyor telefonda.
“abi girmiyo. Yoksa oynuyorz. Okudular mı topa naptılar. Ecnebi de bunlar nasıl okuyup üfler almıyo gerçi aklımda kesin büyü falan.”
O sırada 23:01 istanbul arabası anonsu yapılıyor. Ablamınki 23 00. Bir panik dışarı çıkıyoruz. Maç başlıyor. Ablamın otobüsünü bulup bindirip geri dönüyorum. Ömer aşık bir atıyor bir kaçırıyor lan lan lan diyorum.basket faul olunca keyfe diyecek yok.
23 ankara arabası. Atırmayın şu 3lüğü.
23 ankara kalmasın. Hadi bi gayret.
23 ankara. Tamam ulan.
Biniyoruz. Tv de kanal d star show Samanyolu atv var. Ntv yok. Babamla bakışıyoruz. İçerden bi çığlık kopuyor. Bi çığlık daha. Attırmayıp atıyorlar. Arada hayıflanma yok. Babam içeri gidiyor. Geliyor. Tam kapı kapanıp otobüs hareker ederken 1 sayı öndeyiz diyo.
Otobüste radyo açık. Ntv radyo ama Beşiktaş Ankara gücü anlatılıyor. Adam arada skor söylüyor. O kadar karışık ki. Serbest vuruşlarla serbest atışlar kaynaşıyor. Mehmet aurello giriyor basket anlatırken araya. Basket ve top ceza sahasında gibi cümleler. Anlaşılması zor. Bi yanda adam neden bilmiyorum ntvye kızdı. Yayında bi aksaklık oldu sanırım. Ama yine de!
79 77serbest atış kullanacaklar
Son 50 saniye
79 78
Son 30 saniye!
80 79 öndeler.
81 80!
15 saniye
82 81. Mola alındı. Son saniye
Ve bi anda çığlık!!
83 82 ulan!! Maçı bitir hakem! Ve maç bitti.

10 Eylül 2010 Cuma

yasemin

Susuyorduk. Konuşan tek onun telefonundan aramıza katılan sezen aksu idi. İkimizin de üstünde gereksiz bir efkâr vardı. Aşk acısı çekmiyorduk. Derdimiz tasamız yoktu ama ilginç bir şekilde kederliydik. Birde buna ah İstanbul İstanbul olalı nağmesi eklenince tadı pek bir egzantrik olmuştu. İkimizde şarkıya hafiften eşlik ediyorduk. Hâlbuki bu şarkı böğüre böğüre söylenecek şarkılar familyasındandı. Sanırım bundaki en büyük etken İzmir bostanlıda oluşumuzdu. Sahilde betonda oturmuş ayaklarımızı denize sarkıtmıştık.
300 milyonluk guess babetlerimi ne olur ne olmaz diye çıkarıp kenara koymuştum. Çıplak ayaklarım denizin üstünde bir garip duruyordu. Betonun tırtıklı yüzeyine değmesinler diye sallıyordum. Onun bu hareketimi çocukça bulduğuna adım gibi emindim. Etraftaki tek ses dalgaların duvara çarpış sesiydi. Balzac yaşasaydı ve bu anı bizlerle paylaşsaydı bu sesi sayfalarca betimleyebilirdi. Ve bizler bunu büyük bir hayranlıkla okurduk. Sanırım ben böyle tadına doyum olmaz betimlemeler yapamayan bir insanım. Üstüme vazife olmayan işlere karışmam. Dalga sesi betimlemesini sizin hayal gücünüze bırakıyorum.
Sezen aksu 3. Kez “uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bir taşa..” diye başlamıştı. İki sigara çıkarıp yaktı. Birini bana uzattı. İki sigara yaktığı için zaten reddetme ihtimalim yoktu. Djarum black. Karanfil kokusunu içime çektim. Dumanını derin bir ah eşliğinde evrene bıraktım. O da bu ahıma karşılan ah ulan ah diye cevap verdi. Ama devamında başına keşke koyacağı bir cümle kuramazdı. Çünkü her şey yolundaydı. 2şer kutu bira ve bir şişe de şarap içmiştik. Hepsinin sebebi bu olabilirdi. Şarkıyı biraz daha yüksek ve içten söylemeye başladı. “kalmadı ben de gururdan eser” derken sesini titretişinde az evvel yola güllerle “seni seviyorum Aynur “ yazmış da geri çevrilmiş Tarık Akan havası vardı. İçimden üzülme sana kız mı yok olum diye teselli etmek bile gelmedi değil. Ama yapamazdım tabi. Öyle bir kız yoktu. Elimden tek gelen şarkıya eşlik etmekti. Ben de öyle yaptım. Onunla aynı perdeye çıkamasam da ben de “ah iistanbul istanbul olalıı” diye devam ettim. Bi şişe daha açmış olsaydık belki bu İstanbul kısmını şehre uydurup “ah izmiiir izmiiir olalııı” yapabilirdik. Ama dediğim gibi sadece suni kederden sarhoştuk. Ve böyle bir şey yapmayacak kadar kafamız yerindeydi. Sezen aksuya ise saygımız sonsuzdu.
4. çalış da sonlandığında artık sonraki şarkıya geçebileceğimize kanaat getirdi. Bu seferki konuğumuz leman samdı. “sabahın tam 3 ündesin dertlerin en gücündesin” kısmına gelince saate baktım. 2 bucuğa geliyordu. Saçlarım tepede topuzdu. Başımın ağrısını bu topuzun sıkılığına yorup tokayı çözdüm. Dalga dalga saçlarım döküldü. Hakikaten uzamıştı epey. Birkaç tel kopup elimde kaldı. Eve dökülmediği için eminim annem çok müteşekkirdir. Rüzgâra bıraktım. Uzun süredir denizi seyreden o ise saçlarımı açınca bana bakmaya başladı. Hakikaten güzel saçların var dedi. Şelale gibi. Şu çikolata şelalesini yapan adama senin saçların ilham verseydi karamel şelalesi yapardı dedi. Gülümsedim. O kadar karamel biraz bayabilirdi dedim ve bunu söylediğim anda istem dışı olarak sol gözüm kırpıldı. Bunu cilveye yormaması için deli gibi dua etmeye başladım. Sonra sustum zaten. O da sustu. Birer sigara daha yaktı.
Ellerimi arkama doğru başımı geri attım. Yandan bir profil çizilecek olsa yüzümün göğe en yakın kısmı kesinlikle çenem olurdu. Bir rüzgâr esse geri düşecekmişim gibi o kadar emanet duruyordum. Derin bir nefes alıp öylece kalakaldım.
“bir şey mi diyecektin?” dedi.
“yoo “ dedim yüzüne bakmadan. “nerden çıktı?”
“konuşmaya başlamadan önce alınan nefeslerden aldın gibi geldi de”dedi.
Güldüm. Ve gökyüzüne bakmaya devam ettim. Ona bakmasam da onun da aynı şekilde gökyüzüne bakmaya başladığına emindim.
“yıldızlar…” dedi sonra susmaya devam etti. “hiç yıldız kayması gördün mü?” dedi. Evet dedim bir kere. İlk kez birini gerçekten öptüğümde. Birkaç tane birden kaymıştı hem de. Güldü. Şanslı herifmiş dedi. Senin gibi bi kıza böyle şeyler hissettirmek zor olmalı. Gereksiz yere konuşuyordu. Cevap vermediğim için bunun o da farkındaydı. Beni muhabbete dahil etmek için soru sordu. “dilek tutmuşmuydun bari?” yüzünde o yavşak gülümseme olmasa belki gözlerim dolardı. Aklıma gelen ilk dilek zaten o sırada avuçlarımdaydı dedim. O ikinci şişeyi açtırmış olsaydık şimdi hüngür hüngür ağlardım belki. Sigara istedim. Djarumun dumanına sakladım bir damla yaşı sonra susmaya devam ettik.
“sence ilk dördün mü son dördün mü?” dedi. Bu anı ve sessizliği rahat bırakmayacaktı. Küçülüyor artık dedim. Son dördün. Şeftali gibi rengi dedi. Hatta şeklide öyle yan yatmış bir dilim şeftali! Bu benzetmeyi bulduğu için nobeli hak ettiğini düşünüyordu sanırım. Onu incitmemek için gülümsedim. Şeftaliyi çok severim dedi. Şeftalili icetea’ye taparım dedim.
Ani bi hareketle Ayaklarını arkaya attı. Korkmazsın dimi dedi? Hayırdır dedim. İcetea alacam benim de canımı istettin dedi. Korkmam dedim. Koşa koşa bakkala doğru gitti. Yaz memleketinin en güzel yanı bakkallarda yedi gün yirmi dört saat çekirdek çitleyen birini bulabiliyorsunuz. Çekirdek demişken canım çekirdek de istedi. Mesaj attım. Elimdeki telefona iletim mesajı gelirken solumdaki telefona mesaj geldi. Almamıştı telefonunu. Şansıma küstüm. Telefonunda müzik çalmıyordu artık. Bi eksiklik hissedip müzik çalara girdim. Yeni türkü klasörüne bastım. Sıradan çalsın dedim bütün şarkılar.
İlk çalan şarkı Yeditepe oldu. Fazla hareketli bulup sonrakine geçtim. Günebakan.

“evvel zaman içinde dostlar..”

Tamam dedim usulca mırıldandım. Denizin karanlığında en uzağa bakmaya çalıştım. Gözlerim yoruldu. Kapattım. Uzaktan bi köpek havladı.

“artık dönemesek de geriye ardından koştuğumuz son zamandır..”

Sigara aradım. Sigarayı götürmüştü. Küfretmek geldi içimden. Neyseki koşa koşa geldi şarkı biterken.
Yeni türkü dedi. Çok severim. Gülümsedim. Ben de dedim. Elindeki poşet siyahtı. Şişenin boynundan tutuyordu. İcetea yokmuş ben de şeftali şarabı aldım dedi. Buna inanmaz baktım ama çok üstünde durmadım. Şişeyi uzattı. Aldım ortaya koydum. Oturdu eski yerine sigara istedim. Paketi verdi. Kendi sigaramı yaktım. Bana da yakar mısın dedi. Dudağımdaki sigarayı ona verip kendime bir tane daha yaktım. Sanırım paketi verirken ki düşüncesi buydu ama ben böyle ince şeyleri anlamayacak kadar kalas bi insanım sanrım. Geldiğinden beri kullanmadığı diğer elini bana doğru uzattı. Bi avuç yasemin. Çok güzel kokuyor dedi. Saçlarımı sol omzuma topladı. Uçlarına bıraktı. Bazıları düştü. Bir kaçı dalgalar arasında sıkışıp kaldı. Teşekkür ederim dedim. Saçlarının şerefine diyip şarabı dikti kafasına. Yüzünü ekşitti. Sevmemişti. Ben içtim. Ben de çok sevmemiştim ama böyle şeyler ziyan olucak diye ödüm kopar. Çok tatlıydı ve hızlı gidiyordu.

“sen öyle umarsız dursan da bir köşede..”

Çok hızlı içtin sevdin mi dedi. Yoo dedim umursamaz. Kafam ağırlaşmıştı. Sırtım ağrımaya başlamıştı. Betona kıvrılasım vardı. Ama başımı dizine koymam gerekecekti ve bu yanlış anlaşılmalara yol açabilirdi. Yoruldum dedim. Bunu hayat yorgunluğu olarak algılayıp kompozisyonlar yazmaya başladı. “Hayat yoruyor insanı ipekçim. Bir de bazı şeyler için boşa uğraştığını görünce insanın sırtına bir yük olup biniyor. Yaşlanıyor insan daha gencecikken olur olmaz sorunlarla. İnsan küçükken daha büyük geliyor dünya büyüdükçe küçülüyor. Tabi hayalleri de” dedi. Şu meyve şarabını içmeseydim. Gülmez tutardım belki kendimi. Ama yapamadım. Bir kahkahayı koyverdim. Alınmış baktı. Ama çaktırmamak için o da güldü. Ne oldu dedi. Onu demiyorum. Sırtımı dayamıyorum ya bi yere böyle durmaktan yoruldum dedim. Güldü. Hayatta da öyle durmaktan yoruluyoruz zaten ipekçim dedi. Başka bir şey demedim. Uzaktan bir motor geçti. Bu saatte nerden nereye bilemedik.

“istersen hiç başlamasın..”

Napıcaksın dedi. Meraktan değil sözü deryaya bırakmamak için soruyordu. Yaşıcam dedim. Herzaman yaptığım şey. Nasıl yaşıcaksın dedi. Önceki gibi dedim. Daha fazla üstelemedi. Az önce geçen motorun dalgaları kıyıya geldi. Ayaklarımız ıslandı. Duvara çektim. Bağdaş kurdum. Bir süre daha sustuk. Kalkalım mı dedi.
Kalkalım dedim.
Tam telefonu eline alınca olmasa mektubun diye girdi şarkı. Dur dedim. Bu çalsın. Tamam dedi. Oturdum denize bakmıyordum artık. Betona sırtımı dayayıp şehre döndüm.oturduğum yer çekirdek kabuklarının buluşma noktasıydı. ellerimde kaldı bi kaç tane. pantolonumu düşünmek bile istemedim. ama kalkıp temizlemek de istemedim. Yanıma oturdu hemen. Kolunu omzuma attı. Gözlerim doldu. Hiç bi derdim tasam kederim yarım kalmış bir aşkım yokken gözlerim sulanıyordu. Elimde suçu atabileceğim bir djarum yoktu.

“bırak bana anlatma imkansız sevgimizi”

Üzülme yapma böyle dedi. Koca elleri göz yaşlarımı silsin diye yüzümü kaplamıştı. Tamam yok bi şey dedim. Hadi gidelim. Dur biraz daha dedi. Bi süre durduk öyle.

“kim inanır senle.. ayrıldığımıza..”

Şarkı bitti. Resim başladı. O kadar sevdim ki resmini…
Konuşmadık hiç. Olmayan derdime susarak ortak olduk.
Seni bir görsem diye diye…

**

Bir kaç gün sonra uyandım. Saçlarımda yasemin kokusu…

4 Eylül 2010 Cumartesi

rüya bilmecesi

dün gece epey ilginç bir şey yaşadım.
bir film izlediğime ya da bir kitap okuduğuma inanırken meğersem rüya görüyormuşum lan! şimdi bunda ilginç ne var değil mi bir çoğumuz rüyayı gerçek sanırız falan görürken ama ey dikkatsiz okuyucu farkettiysen gerçek sandım demedim. film ya da kitap sandım dedim. çünkü rüyamda ben yoktum!

yıllarca acaba rüyada kendimizi uzaktan mı görüyoruz yoksa yaşar gibi mi oluyo her şey kendi gözümüzden mi diye çok düşündüm. dün geceki rüyamda ise önce sanki ben vardım ama meğersem o ben değilmişim. bi insan rüyasında neden kendini görmez ki? bir de üstüne üstlük. tanıdığım kimse de yoktu. ömrü hayatımda görediğim insanlar. ya da belki bir keresinde otobüste görmüşümdür. ama dikkat etmemişimdir. yani gözlerimi dikip bakmamışımdır. ayrıca ne kadar karakteristik bir yüzü vardı öyle ince ve uzun. leğen gibi diyesim var ama leğen sözcüğüne benziyordu sanırım. yoksa leğenler yuvarlak olur. tepsi suratlı ise halk dilindeki karşılığı olmalı.

sanırım being john malkovich gibi bişiydi. peki kimdi o? o değil de bu iş aslında epey eğlenceli olabilir. aslında bu konuyu filmi izlediğim sularda düşünüp rafa kaldırmıştım. tekrar düşünmem gereken şeyler listesine almaya kararverdim. başka birinin gözünden görmek. vuhuuu
neyse john malkovichi bir kenara koyup "kişinin kendini içermeyen rüyalar" konusuna dönmek istiyorum.
bu hakikaten garip bişi mi yoksa bi ben mi garipsedim.
yani düşünün ki içinde ezel olamayan bi ezel izliyorsun. uma thurman olmayan kill bill. yanlış film heralde diyip çıkarsın dimi? ama yanlış rüya diyip kapatamıyosun işte.

ilginç.
sanırım artık görüp görebileceğim rüya kontenjanını doldurdum. ve tekrara düşmemek adına yepis yeni insanları rüyalarıma çağırıyorum.

ve yazımı şu cümle ile bitiriyorum ki bu konu da söyleyecek çok şeyim var. ama şimdi izmir için iftar vakti.

"never recreate from your memory. always imagine new plaes."
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...