17 Ekim 2012 Çarşamba

açıl kafam açıl

geçen cuma gittik bu oyuna cevahir sahnesinde. tam da cevahir sahnesinin genişliğine göre bol alanlı güzel bir müzikaldi. müzikal kısmı pek haraketli eğlenceli insanı oyundan koparmayan cinstendi. oyunculuğunu ben biraz abartılı bulduk açıkcası. aslında metinde biraz abartılıydı. tamam tiyatro toplumun aynasıdır ama ben aynaya baktığım anda kafamın arkasını da görmüyorum mesela. biraz fazla ve yalın mesaj kaygısı oyunu basitleştirmiş. oyunun girişi çok başarılıydı. sanırım girişinden evvel dekor başarılıydı demek lazım. otel ve odalar başarılı bir şekilde yansıtılmış. her yerde bir hareket olması daha bu başlangıçtan insanı daha bir başka beklentiye sokmuştur aslında. o odalar sanki hep dolu olmalıydı da unutuldu gibi hissettim. ben öyle insandan dekorları seviyorum.
oyunda maskeli balo sahnesini sevdim sanırım en çok. klasikti ama güzeldi.
artık her yere konu olan meşhur devlet daireleri sahneleri de güzeldi ama çok benzerlerine benzerdi.

12 Ekim 2012 Cuma

hayvanat bahçesinden kartpostallar

benim bu filmi sevmem lazımdı. çok sevmem lazımdı. alıp sarılmak istemem lazımdı. olmadı. hayvanat bahçesi vardı. güzel kadın vardı, kovboylu sihirbaz vardı, zürafa vardı. zürafanın karnına dokunma hissi vardı. ne de güzeldi halbuki.
evcil dünyadan vahşi doğaya salıverilen hayvan değil de insan olsun bu sefer denmiş. insanı kısmen korunmalı bir bölgede büyütüp sonra insanlığın içine salıverilince ne olcak denmiş gibi. ama bi tarzan değil. zira filmde minik kızımızı yine insanlar büyütüyor. ama evcil hayvanlarla büyüyor, minik kaplanlar, aslanlarla, uzun bacaklı zürafalarla sadece onlar hakkında bir şeyler bilerek ama çok iyi ve ayrıntılı bilerek büyüyor. ama insanlığın içine hatta bir masaj salonuna geldiğinde bile göze batan bir bocalama yaşamıyor. hemen uyum sağlıyor. sadece hayvanları yıkamaya, masaj yapmaya alışmış elleri erkek bedeninde biraz hoyrat kalıyor.

filmde çok çok hoş sahneler, anlar vardı ama sanki daha başka çok güzel şeyler varmış da o sahneler yanmış o yüzden bunlarla idare etmemiz lazımmış gibi bi hava vardı. böyle tuhaf sahne değişmeler insanın içinde bi tamamlanmamışlık hissi uyandırıyordu. hani böyle bi rüya bitmeden uyanmış gibi. sanki hep giriş bölümünde kesilmiş gibi.

bunun yanı sıra hayvanlarla olan çekimler ve özellikle kızın kaplanla diyaloğu çok sevimliydi. kadına zürafayı en güzel hayvan olarak belirleme hususunda yüzde yüz katılıyorum. bir de aslında bu yarı korunaklı insanlıktan kısmen uzak hayvanat bahçesinde bile güzelliğin belli kalıplar içinde olduğunu anlatılıyordu aslında lana bir yandanda. "kadının uzun inca bacaklısı ve uzun boyunlusu güzel olur" tıpkı zürafa gibi. bunu zürafayı sevdiği için mi kadına bu özellikleri yakıştırıyor yoksa kadına bu özellikler yakıştırıldığı için mi bütün bu özelliklere aşırı da olsa haiz olan zürafayı güzel buluyor biraz muallak. zürafanın bu zarifliğine karşı aslında ne kadar sorunlu olduğu o incecik bacaklarının üstünde kelimenin tam anlamıyla bir ömür geçirdiğini bilmek ise aslında bu filmden öğrendiğim bir şey değildi. yekta kopanın daha önce tanışmışmıydık adlı kitabındaki bir öyküsünde rastlamıştım.
"Bomboş bir bahçede zürafalar görüyorsun. Dişi zürafa dünyanın en
hüzünlü canlılarından biri. Hüzünlü olduğu kadar çaresiz. ince uzun
bacaklarını kırarak oturamadığı ya da yan yatmayı baþaramadığı için
doğum sırasında oldukça yüksekten düşecek olan yavrusunu
kaybetme korkusuyla geçiriyor hamilelik dönemini. Sonra doğum anı
geliyor. Yüzyıllardır süren gelenek değişmiyor ve doğanın zürafaya
verdiği kabiliyetsizlik sonucunda yüksekten düşerek doğmak zorunda
olan bebek zürafa, ilk nefesinden itibaren bir yaşama savaşına
başlıyor. işin acısı bu ilk savaşında düşman bir anlamda annesi.
Doğum sırasında anne zürafanın altına bir ağ gerilmesi gerektiğini
düşünüyorsun. Sonra bir anda kendini göbeğinde bir kordonla
düşerken görüyorsun. Hafif ıslak, şaşkın ve çırılçıplak, aşağı doğru
süzülüyorsun. Altında ağ yoksa düşüp ölebilirsin. Kısa bir an tepende
ne olduğuna bakıyorsun, sonra gözlerin ya ağ yoksa korkusuyla aşağı
doğru dönüyor ve aşağıda..…" 

filmde en sevdiğim şey hızlı değişkenli elbiseydi ondan bulup almalı. böylelikle sabah okula akşam tiyatroya gece asmalıya eve hiç uğramadan gidilebilir.
bir de su aygırının olduğu havuza yağmur yağışı vardı ki o benim en sevdiğim. en bayıldığım yerdi.

filmin konusu zaten tamamen kitapçıkta bahsolan kadar. dönmeye çalışması gibi bi şey yok ama. varsada filmdeki yanan sahneler arasında onlarda varmış. ben böyle daha bir o masumiyeti kaybetme falan gibi bir şey bekliyordum ama olmadı. ya da belki ben anlamadım hatta sonunda zürafanın karnına dokunurken tekrardan o masumluğu saflığı kazanıyordu da ben bilemedim.


4 Ekim 2012 Perşembe

filmekimi-düşler diyarı-no-onur savaşı

youtube ta hangi yeni türkü şarkısına bassam hüzünlü çıkıyor. yeni türkü dinleyicisi diye geçinirken bilmediğim bir sürü şarkıları olduğunu farkettim. canım acıdı.
ben şarkının sözlerini dinlerim. sen melodisini.
ben sahnelere bakarım sen repliklere.

bozuk para tamircileri dükkanlarını daha yeni kapatmışlardı. halbuki nöbetçileri olmalıydı. nöbetçi bozuk para tamircileri olmalıydı bu şehirde. nöbetçi mahkemeler vardı ya mesela. onun gibi. her sorunda nöbetçi mahkemeye gidilmez ama. neyde gidilir bilmiyorum geç kaldım o derse. 12:30 dersine geç kalmakla ünlüyümdür ben.
evi dinliyorum. ev çatırdıyor. huzursuzlanıyorum. dudak ısırtacak dost çatlacak bir filmekimi serisi yapamadım ya ona yanıyorum.
ilk 3 filme aynı gün gitmem sanırım bunda etkili.
düşler diyarı,
no,
onur savaşı.

kafamda bu üç film şehirden uzakta yaşayan bi grup insan içinde küçük kızı babası cesur olması için gaza getirir kız o kadar gaza gelirki şiliye gidip referandumda no der akabinde kızın babasının en yakın arkadaşı kıza tecavüzle suçlanmaya başlar ve kız bunu onur savaşı haline getirir.

tamam tamam abartıyorum. durum bu kadar da kötü değil. düşler diyarı çok hoş tatlı bir filmdi. filmdeki oyuncuların hiç biri oyuncu değilmiş. halktan kimselermiş. ama çok iyiydiler. doğaldılar. bilhassa hushpupy film de ısrarla cimcime olarak çevrilmişti pek bir sevimliydi. filmden sonra berkayla arby'se gittik. kıvrık patatesleri yerken çocuğumun saçları böyle olsun istiyorum dedim. berkay perma yaptırırsın dedi. perma yıpratır sen hiç bi şeyden anlamıyorsun dedim. halbuki perma demesine şaşırmam gerekirdi. belkide hepsi benim zihnimde olup bitti. filmde küçük kızın babasına ölsen hiç üzülmem hatta mezarının başında koca bir pasta yerim diyişi vardı ki oy oy oy dedim.

no ise kimselere söylemedim burda söyleyeyim bildiğin kapitalist bir filmdi. yani kapitalist ağır oldu tamam geri alıyorum. kapitalizmi kapitalizm silahıyla vuran bir filmdi o zaman diyelim. bir de ben o adamo çok seviyorum diyelim. hem de epeyi.

bu ara belgesellere sardım. mısırda geçen bir adamın gölgesinde bir diye bir belgesel izledim. sonra irandaki devrim sürecinde insanların nasıl baskıya alındığını sinemaların o dönemde nasıl değiştiğini neden nasıl yakıldığını anlatan bir belgesel izledim. bir de üstüne bu no. delirecek gibi oldum. her yerde aynı hikayeer var. ben insanların aynı hikayeleri yaşamasına sinir olurken bir de her ülkede aynı sorunlarn aynı şekilde cerayan etmiş olmasına çıldırdım. insan her yerde bu kadar aynıyken sorunların her yerde çözümsüz olmasına üzüldüm. tarihin tekerrüründe un olmaktan korktum. filmde tahminen şöyle bir replik vardı:
"evet efendim 15 dakika evet propagandası 15 dakika hayır propagandası yapılacak. ama endişelenmeyin aslında 15 dakika hariç hep evet propagandası yapılacak"
pazarlama diye bişey var ben ona inanıyorum bu filmde tam onu diyor.

onur savaşını sevmedim. yani isveçin manzaraları dağları negzelmiş dedim. erkeklerinin tersi pismiş dedim. içmeyi bilmiyorlarmış dedim geçtim o kadar. ha sıkılmadım izlerken ama beni mutluda etmedi hani. gitmesem de olurmuş.


pttkitap.com diye bir şey var. kargo ücreti almıyormuş. 10 lira üstündeki siparişlere. dibimde kitap festivali varken gittim ordan sipariş verdim 2 kitap ne desem kendime bilmiyorum. evde kitap koyacak yer yok diye ders kitaplarını almıyorum. odamdaki geçen seneden kalma kitapları toplamaktan itina ile kaçınıyorum. pencereleri kapama mevsimi geldi ama pencereleri kapamıyorum.


agent dash var bi tane. her derde deva.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...