28 Nisan 2011 Perşembe

özel mektup.




istanbuldan ankaraya ilk gelişimde sanırım.


işte şu fotoğrafın çekildiği zamanın dönüşü.:)







evvel zaman içinde dostlar diye başlar ya hani bir şarkı. bazı hikayeler tam da öyle başlar. 3 cadı. bazen. 3 üde aynı. (hayır canım cadı sensin üstüme iyilik sağlık. benden cadı olmaz hem.) bazen 3 de ayrı bir tel. konuşacak onlarca kitap, önerilecek onlarca film hep var dilimizin ucunda. ve hep biliyoruz ki karşımızdaki iki kişi hep anlayacak.


bir hikayem var. çok dandik. kimselere anlatamam. anlatsam alay ederler. ama sen olsa olsa şaşkın dersin, ya da sen şapşal dersin. çok severim bunu. tıpkı yavrum diyip yüzümü acuçlaman gibi.


ben bu masayı hep çok sevdim. en çok o duvar kenarını sevdim her zaman için. diğer duvar kenarını da sevdim de bu duvar kenarını ne bileyim işte daha fazla sevdim hep. o gün 1 deydi otobüsüm. 10 da buluşup kahvaltı yapmıştık. ah seni gidi küstüm seni yine geçikmiştin değil mi? geçikmemişsen de ne bileyim tam bir günah alma olmaz sanıyorum bu. hem zaten. simitleri sen getirmiştin. demek sen gecikmiştin.



sonra kalkmıştınız siz.


3 boş bardak.


3 dedikodu kahkaha hafif melankoli biraz umut çokca güzel günler az az hüzün ama hep birliktelikle dolu 3 boş bardak kalmış sizden sonra masada. şekerli içenler hemen belli etmiş kendini. kibritler ve sigaralar saplanmış küllüğe. hala oturuyormuşsunuz gibi aslında. sandalyeler düzeltilmemiş. sanki içerden hemen gelecekmişsiniz gibi.

siz gitmişsiniz ve ben kitabıma devam ederken daha nicelerini saplayacağım sanıyorum. yarım simit kalmış o kese kağıdında. onu yiyeceğim sonra. sonra ben de kalkıp gideceğim. ama benim gitmemle sizin gitmeniz bir olmayacak.


halbuki biz aslında hep bir gittik gibi oldu.

gibi oldu değil de öyle dimi aynen.


küstüm sen dur şöyle bi! sen kendi doğumgününün en güzel kızıydın. marlis gelsin otursun şöyle. salsın saçlarını. ya da dur dur toplasın bir omuzunda. ya da tepede topuz mu yapsa? ayol her türlü güzel şimdi bakınca. bugün kitapçıda adamın teki bana toza soru okudun mu dedi. evet dedim gülerek. adam neye o kadar gülümseyerek evet dediğimi anlamadı büyük ihtimalle.


ah sen bilir misin peki neye güldüm bonbonum?

o an sana ve hayatıma kattığın her türlü güzelliğe, hepsine birden bir gülümseyiverdim ben.

en sevdiğim kitapları usulcacık hep sen dizdin kütüphaneme. en sevdiğim sözleri sen mırıldandın. şarkılar söyledin, öyle güzel söyledin ki çoğu zaman çatlak sesimle eşlik edip bozmaya kıyamadım. ama bazen hiç de acımadım. büyük laflar ettin. hayatımın çadırına direk yaptım ben onlardan. keskin baktın bazen. bazen kızdım sana. bazen kızdın bana. bazen üzüldük bize. üzüntülerin bile meze olduğu anlar oldu çoğu zaman.



bi kestane yapmadın bana soba da iki elim yakanda ama bu konuda.

bir de teras da sofra sözün var.
bunlar hep listede.

neyseki yolumuz daha uzun epey.



bizim hiç kuşak farkımız olmayacak be ipek.

biz çünkü hem böyle cümlerin sonuna "be" koyucaz. ismimizin aynılığı ise konuşmada akıcılığı sağlayacak. ve hep birden akacağız, hep birden yaşlanacağız.

hayallerimiz hep birden akıverecek.

yaralarımız olucak ama hep beraber saracağız, bazen inadına kanatacağız.

ama hep birden.

hem istanbula geldim de ne oldu?

bir liman. kaçıp saklanılmalık! aslında siz geldiniz mi nereye gideriz bilmem. sanki ben burda bir film setindeyim. hiç bir şey aslında gerçek değil hatta yok!


ama siz çok gerçeksiniz. bakalım. hele bi gelin de...

burda da en baştan tuttururuz bir masal. olmadı ben kurabiye yaparım.


karanfil zencefil tarçın!



gözlerinden öperim biricik kuzum. cilveli gülüşlü, aşüfte bakışlım.


sen de varsın küstüm burda. tam da burda!

26 Nisan 2011 Salı

-12sin de itü de sertab erener demir demirkan varmış gidelim mi?
-ankara daki şenliklere teşrif edicem bu yıl.
-nereye?
-odtü.
-kimler geliyor?
-fidan ipek falan.
-yok öyle değil sanatçı olarak?
-hıı. tam bilmiyorum. mfö falan.
-e ona 6 mayısta gitcez ya zaten.
-...

gitmesem ölürdüm, ama gittim yine öldüm.

dün gerizekalılığın limitlerini epey bi zorladığım nadide günlerdendi.

ahhahah.

anayasa beni biraz çarpıyor. ayaklarım dolaşıyor.
sınavdan önce pat diye düştüm ahaha. ama sorun bende değil sende sevgilim. koridordan bozma amfi yaparsan olacağı buydu. yükselme efeki verebilmek için eğim koymuşsun iyi hoş da onu neden bütün zeminde uygulamamışsın?

peki tamam bu sefer hata sende. ama peki sonra sınavdan çıkarken bir daha düşmem neyin nesi? "otur, öğrenme 0!"

ahahah. bütün amfi sınavı bırakıp güldü sanıyorum. ama ah.. o cahil insanlar... bilmezlerki benim bu düşüşümü neye ithaf ettiğimi.

hem ne demişler "önemli olan düşüş değil yere nasıl çarptığındır."
(acı verici)

bir de beni sevsinler istedim. camus görsün ve sevsin istedim ben.

cüzdanımı orda burda unutma salaklıklarına değinmeyeceğim. o değil sezgi de az şapşal değil hani. vapurdan inmeyi unutup geri dönmüş. sınavı kaçırdı. ahaha. oksijen gitmiyor sanırım kimi zaman beynimize.

neyse akşam yine bir takım gerizekalılıklarım yüzünden cansuyla geç de olsa buluştuk. ezginin günlüğü konserine gittik. bir insan neden konsere gider?
ben neden ezginin günlüğü konserine gidiyorum?
her şarkıya bir şeler sokuşturmuş olmasaydım belki ben de eğlenirdim. ama yapamamışım. daha aşk bitti.. dediği anda gözüme bir şeyler çöktü.
gelmiyorsun dedi.
nerede şimdi kim bilir ah o siyah gözler dedi.
bi daha geçmem kadıköyden demedi ama.
sevmesen ölürdün, sevdin ama öldün
sevmesen ölürdün ama sevdin, gene öldün
dedi
eksik bir şey var demedi.
demek artık eksik bir şey yok!
sonra benim adım ebruliyle adamım bu küçük işlere ben bakarım diyip gittiler.

sonra ilkay akkaya..
hipnotize eden bir ses. başka bir açıklaması mevcut değil.

"şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi.."

kımıldamadan koltuğa yapışmış gibi oturdum.

"başını dik tutabilsen boy vereceksin.."

tutarız biz de o zaman dedim. normal planlarda konserden çıkıp eve gitmek varken olaylar öyle gelişmedi.
kendimi bir anda rakı tarif ederken buldum.
tam olarak biz oturduğumuz anda
sana, dargınım, kırgınım sana, kızgınım..

diye girmeseydi şarkı belki olaylar böyle gelişmezdi.

-yeni rakı değil.
-tekirdağ mı?
-evet.
-ama yeşil erik serisi.
-yok öyle bi şey efe rakı alalım isterseniz?
-efe gelmesin bi. bak tekirdağ olcak. erik üzüm öyle bi şeyler olcak.
-tamam.

zaman geçer.
"adamım söyle sen mutlu oldun mu?"

-bu mu?
-hayır ya.
-puslu puslu şişesi.
-trakya serisi mi?
-hıh evet o.

"sevdin mi söyle ah seviştin mi onları da öptün mü?"
zaman geçer...

-evet evet! o.

puslu şişe nasıl bir tariftir yarabbi!!
bir daha böyle şeyler yaşamamak için "tekirdağ trakya serisi" ismini unutmuyoruz. hönönöyü bile artık tek seferde söylüyorum. ilerleme var. hödödö köpük köpük tariflerinden uzaklaşmış tertemiz bir beyin. bir de öğrenme yok diyorsunuz..

yan masadakilerle kanka olduk sonra. kızlardan biri neşe erbeke kayıtlıymış. tiyatro hususunda ufkumu. açtı. du bakalım. ben artiz olucam.
"olmasam ölürdüm, oldum, yine öldüm" gibi şeyler söylemem umarım. ahaha.
not: at kadehi elinden çok tehlikeli bir şarkıdır. insana kadeh attırabiliyor. kırık kadehler parmakları kesiyor. oluyor böyle şeyler. aman kalpler kırılmasın.


eve gelince, şöyle bir şey izledim. ve buraya kadar yazdığım her şeyi unutun! bunu izleyin!




not: bu videonun sayfaya sığmamış olması beni çok üzdü. hiç estetik değil.:/

24 Nisan 2011 Pazar

sıkıntı.

anayasa çalışmamak için yapılanlar.

çay shot.
iki de bir mutfapa gidip çay koymak.
iki de bir tuvalete gidip işemek.
makyaj yapmak.
makyaj silmek.
tekrar makyaj yapmak.
telefonla konuşmak.
anlamsız telefon konuşmaları yapmak.
evin içinde turlamak.
sozlükte takılmak.
tavana bakmak.
kitapları düzenlemek.
2 vakit içinde okunacak kitapları seçmek.
ama şuan kitap okumamak. (okursam anayasa bilgileri gider. batıl inanç var burda siz boyu)
böyle olmuyor yazarak çalışayım demek.
en güzel kalemi aramak.
güzel başlık atamayınca sinirlenip kağıdı atmak.
tekrar denemek.
o değil de benim büyük g(G)lerim çok çirkin ben biraz g çalışayım demek.
..

şimdi yatayım yarın sabah erken kalkar çalışırım.

sınav zamanları sevmeme nedenleri:
tuhaf bir vicdan azabı.
film izlesem izlenmiyor, kitap okusam okunmuyor.

23 Nisan 2011 Cumartesi

erken baskı ya da çıkma ekmek var mı?

hazır işsizken anlatıvereyim.
sanırım küstum ve kusmaca yazı dizisi yüzünden olacak ki geçen gece rüyamda kusuyordum. bu ara büyük bir kusma isteği var içimde ancak sadece rüyalarda başarılı oluyorum. az uyuyorum. bu sebeple hiçe yakın rüya görüyorum. gördüm mü adeta toprak içinde değerli taş bulmuşcasına titreyen ellerimle temizleyip parlatma çabasına giriyorum.

rüyamda motordayım. o motor değil canım. mesela beşiktaş üsküdar motoru. küçük olanlardan. sallanıyor ve ben demirlerden sarkarak kusuyorum.
sonra arkamı döndüğüm anda kendimi bir servisde buluyorum. doblo hatta vaviendekinin büyüğü. ama kapı aynı o prensip. tekrar midem bulanıyor, yüzümü kapıya dönüyorum kapıyı görüyorum ama eğildiğim anda tekrar motor oluyor. denize kusuyorum.
ayıp ayıp.
bu arada ayakkabılarımı bi yerde unutmuşum. servis şöforüne bunu anlatmaya çalışıyorum. geç kalıcaz kesin biri çalıcak diyorum.


not:
rüyalar anlatılmamalı. kimse anlattıklarını senin gibi göremez. senin action rüyaların aslında her zaman başkası için sıkıcıdır. rüya dinlemek sıkıcıdır. senin bilinç altın ise beni asla ilgilendirmez.
ilgi çeksin istiyorsan geçen rüyamda seni gördüm diyerek başla.


önemli: insanlar neden kendisiyle aynı yazarları okuyan, aynı filmleri izlemiş birini görünce sevinir bilir misin küçüğüm? aynı yerden baktığını düşünürsün çünkü. peki aynı yerden bakmak neden önemlidir?
insanoğlu ne kadar sevse de, kendini anlatmaya üşenir aslında. o yüzden anlayan, zaten bilen birini ister karşında ama ona yine de anlatır. zira bilene anlatmak daha kolaydır sanki.

şimdi sevgili oğuz atay sevenler toplanın bakalım çevreme, size sevgili bilge kısmından başlayarak tehlikeli oyunları sahneleyeceğim.

"sevgili bilge,
Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmam...."

yolculuk?gidememe.

o değil de jehan barbur konseri olsa da gitsek tekrardan.

insan fizy jehan barbur yazıp viski açmamalı. pek bir fena oluyor.
bilhassa bu şarkı çalar iken...

bu şarkının sözlerini yazan insan olamaz yahu. içim bir başka oluyor. gözlerimin altı su yemiş parke kıvamına gelene kadar dinliyorum..

ve elimde bir cinayet.

hı bir de camel.
camel candır.

seni ben sevdim.

canım çok sıkkın be içim. çok sıkkın. öyle böyle değil bu gece.
uğur tıraş olmayaydı da dışarı çıkaydık ne olurdu sanki?
ben içimden konuşmalar defterimi kaybetmemiş olsaydım. şimdi bu satırları oraya yazsaydım.

pazartesi anayasa sınavım olmasaydı.
doya doya gecenin sonuna yolculuk edebilseydim.
ha hoş anayasa çalıştığımda yok. peki yola neden çıkmıyorum?
sürekli bir şeyleri unutmuşluk hissi..
ütünün fişini çektim mi?/ütü yapmadım.
ocak?
sular?
sifon bozuktu?

bu gibi şeyler.
çıkamıyorum bir türlü.
peki ya yaşamın ucu?
o bi dursun.
az beklesin.
onu da bulacağım. onun için dışarı çıkmama gerek yok.
o burda. evin içinde bir yerde.


not: gugli, gugli, gugli..go away(gözlerimi açabilir miyim?)

21 Nisan 2011 Perşembe

adsız.doc.

alışılıyor çocuk. alışılıyor her şeye.
puzzle'n günlerce orda durmasına alışıyorsun önce.
tozlanmasını zaten görmezden geliyorsun.

sonra tam kaldıracakken kenarının bozulmuş olduğunu görüyorsun.
bozulur.
her zaman bozulur.
büyüdün artık. böyle şeyleri normal karşılıyorsun.
düzeltesin geliyor. kaldıracaksın ama düzgün kalksın. ne işe yarayacaksa?

düzeltirken bakıyorsun bir kenar yok olmuş.
yok olmuş.
bildiğin yok olmak!
yok.
kaybolmuş.
umursamıyorsun.
olur çünkü zamana bıraktığın şeyleri hiç bir zaman zamandan sapasağlam geri alamazsın.

çok yorgunum.
üzülmek için bile. üzülmüyorum o yüzden. biraz halim olsaydı size zaten başka şeyler anlatacaktım. zor durumdaki bir romalıdan söz edecektim. ama olmadı. olmayanlara alışıyoruz. olanları da yadırgamıyorum ben zaten artık.

söylesene sen hiç aşık oldun mu?

//
i fell in love when i was child.
//


yabancı'nın umursamazlığını aldım kollarıma. bir nebze daha rahatım. bu kitap da tuhaf bir şey var. sanki daha önce okumuş gibi hissediyorum. çünkü bir sonraki cümleyi kesinlikle biliyorum ama sonunu, bilmiyorum. tuhaf bir şey.

20 Nisan 2011 Çarşamba

ne kaldı geriye

--uyarı

bu yazıyı şu fonla okuyabilirsiniz. zira ben bu fonla yazdım. hatta kimi zaman burdan cümleler çaldım. iliştirdim yazının orasına burasına. ---

Nasıl olmuştu da aklımı hemencecik çelivermişti hiç anlayamadım. Şimdi bile o zamanlar ki deli aklıma şaşarım. Beni bekleyen hayır ya da şer, her şeyi onun uzattığı sıcak ele, kara göze koşarken teptiğimi bilsem belki yine de aynı şeyleri yapardım.

Bizim oralarda pek yaş hesabı yoktur. Babam beni biriyle evereceği zamanlardı.- tahminen 15-16 yaşındaydım- köyün güzellerindendim. Ne yalan söyleyeyim, bizim oralarda siyah saç herkeste vardı da hiçbiri benimki gibi değildi. Hiç birinin dalgalanmasına benzemezdi benim saçımın kıvrımı. Bakmayın şimdi aklar düşmüş, yıpranmış. 15-16 yaşım diyorum…

Nerde gördü beni, ben nerde gördüm onu? Ansızın çıkıverdi sanki. Ve ben doğduğumdan beri biliyormuşum gibi oldum onu. Hani bazı türküler vardır, sözleri sanki hepten ezberinizdeymiş gibi olur. Öyle bir şeydi o. Hiçbir şey söylemeden, tek laf etmeden kalbimi alıvermişti. Hala daha bilmem o mu kalbimi çaldı yoksa ben mi teslim ettim.

Bir büyük ablamda evlendikten sonra benim evlenme zamanım gelmişti artık. Görücülerin gelişinin sıklaştığı zamanlardı. Köyde her kızın yaşadığı heyecanlardı bunlar. Bir yandan korkuyor, bir yandan da olacak olanları tam anlayamamanın cahilliğiyle oyun sanıyordum. Gelenlere kahve yapıyor, adettendir diye göz süzüyordum. O zamanlarmış işte. Bizim evin dolup taştığı zamanlar ona haber uçurmuş komşu kızı. Deli olmuş İbram. Birine yar olurum diye ödü kopmuş. Hemen koşmuş gelmiş bizim evin önüne. Çıkmam yasak o zaman evden. Anca görücüler geldiği vakit kahve pişirmeye mutfaktan salona süzülüyorum. Belki bir umut dışarı çıkarım diye 4 gün beklemiş kapıda. Komşudan bir şey lazım olduydu da o gün ondan çıkmıştım. Yolumu kesti bir anda. Biri görecek diye yüreğim öyle çarpmıştı ki. Nefes bile alamıyordum sanki. Heyecanım sırf biri görür diye değildi elbet. İlk defa öyle yakındık. Kaşları çatıktı. Sinirliydi sanki bana. Neye sinirlenirdi ki? Benim kabahatim mi? Tuttu elimi bir anda. “Gidiyoruz.” dedi. “Nereye” bile diyemedim. Elimin onun avuçlarındayken, ruhumun çoktan onla olduğunu fark ettim. Hiçbir şey demeden saatlerce gittik. O an anladım. Deliydi İbram. Ne kadar gittik bilmem. Bir anda durdurdu arabasını. “Benimle evlenir misin?“ dedi. Ne denir bilemedim hiç. Daha evvel kimse bana böyle bir şey sormamıştı. Hem bana ne söz düşerdi. Böyle şeylere karar vermek bana göre değildi. Babamındım ben. O ne uygun görürseydi hep.

Gözlerime çok başka bakıyordu. Gören kavgalıyız sanırdı. Utanıyordum hem. Hem sanki pişman gibiydim. Her şeyimi bırakmıştım. Bu tanımadığım adamla işim de neydi? Annem, babam, amcalarım bu yaptığımı görse, duysa halim ne olur? Sustum. Hiçbir şey diyemedim. O ise ısrarla bakıyordu bana. Bir an da ağzımda “Beni dövmezsin ya?” çıktı. Nasıl çıktı bilmem. O çatık kaşlı kara gözlü adam bir anda gülmeye başladı. Öyle bir gülüyordu ki, korkum geçti. Ben de gülmeye başladım. Kocanın hayırlısı dövmeyendir derlerdi hep. Gerisi hep aynıymış. Ondan Gülsever abla dediydi. Gülmesi bitince alaycı edayla, “Dövmem” dedi. “Başka bir şartın?” Diyemedim daha bir şey. Utanarak başımı önüme eğdim. O gece imam nikâhıyla evlendik. Abisinden başka kimsesi yokmuş. Abisiyle de babaları bir, anaları ayrıymış. O daha küçükken hepsi göçüp gitmiş bu dünyadan. Bir ona hem babalık hem analık yapan abisi kalmış.

O gece abisinde yattık. Mehmet ağabey geniş gönüllü, babacan, yürekten bir adam. Karısı Fatma’yla hemencecik can yoldaşlığı yaptık. Onu bile daha tanımıyorken abisini, yengesini kolayca sevdim. Nasıl oluyordu bunlar? Ertesi gün babamlara el öpmeye gelmek istediğimizi haber ettim. Babam “Öyle kızım yok gelirse vururum” demiş, korktum. Köyün yakınından bile geçemedim.

Mehmet ağabey tarlaların en verimlisini bize vermiş. Bir ev yapıverdik kısa sürede. Bahçesi ne güzeldi, ne güzel ağaçlar vardı… “Çok büyük değil şimdilik idare edersiniz” dediklerinde İbram bana bakıp “Çocuklar gelince büyütmek gerek tabi” diyince nasıl kızardım bilemedim. Daha kaç gün olmuştu hayatıma gireli. 14 gün içinde hayatım değişmişti. Hiç tanımadığım insanlar ailem olmuş, öz ailem el..

Hiç pişman olmadım İbram’a kaçışımdan. Hep memnundum halimden. İçim ona bakınca hep ısınırdı. Sebepsiz yere gülümserdim. O çıkıp geldi mi güneş doğardı sanki. Tarlayı işlemek gerek dedi Mehmet ağabey. Canla başla uğraştık. Temizledik, çapa yaptık, ektik... Hiç ayrı gayrı demeden, ikimizin teriyle suladık. Gün geldi hiç ayrılmadık. Sanki tarla çocuğumuzmuş da ayrılırsak arkamızdan ağlayacakmış gibi hissettik. Bazı geceler bir ağacın dibinde sarıldık uyuduk.

Hasat vaktinde olsun, bol olsun diye hep beraber dua ettik yağmur yağsın dedik ellerimizi açıp. Emeğimizi hep beraber topladık. An olsun ayrılmadık. Hep el ele olduk.

İlk kışımızın ortasında doğru gebe olduğumu öğrendim. İlkin ne utandım. Diyemedim. Sonra ağlayarak konuştum İbram’a. Kızar sandım. Havalara uçtu. O sevindikçe ağladım. Nedenini sordu hiç bilmezmiş gibi. “Hasat zamanı nasıl çalışırım o halde İbram? İkinci seferde seni yarı yolda bıraktım.” Dedim. Kızar gibi oldu. “Sen en güzel meyvemizi büyüteceksin karnında.” dedi. Sarıldı. Gözlerimden öptü yaşlarımı sildi. En mutlu anımdı belki de.

“Sen bana bu mutlu haberi verdin ya, ben bütün yaz ikimiz gücünde çalışırım, en bol ürünü getiririm.” Dedi. Öyle duygulanmıştım ki. Hiçbir şey diyemiyordum. Daha da seviyordum İbram’ı. Sevgi nedir bilmeden sevmiştim ya, sevgi nedir anlıyordum.

Dediği gibi olduydu da o yaz. İbram ikimiz yerine çalıştı. Karnım el verdikçe hep yardım ettim, o hep beni bir yere oturtma çalışırdı, kıyamaz, bir şey olacak diye ödü kopardı. Evvelki seneden de bol ürün olmuştu. Herkes çocuğun kısmetliliğine yormuştu. İbram ivedilikle satıp geldi. Çocuğa lazım olan olmayan birçok şey aldı o parayla. Daha o zamandan küçüğümüzün bir sürü oyuncağı olmuştu. Bana da bir entari getirmişti. Sarıçiçekli, kırmızı. Giydiğimde ilk hayran hayran baktı. Sonra bir anda nevri döndü, sinirlendi. “Giymek yok bunu.” dedi. “Bununla dışarı çıkamazsın.” Saatlerce surat astı bir köşede. Ben de ağladım. Sonra geldi sarıldı. Beni çok kıskandığını söyledi. Hep evde giydim bende entarimi. O geleceği vakitler giydim. O yoksa, kırmızı entari hep dolaptaydı. Hem sonra karnım büyüdükçe olmuyordu da.

Sonbaharda sancılarım tutmuştu. Bilemezdim böyle acılar. Ben bağırıyordum, İbram ağlıyordu. Elimi sımsıkı tutuyordu. Ebe kadın gelip onu kovmasa daha da gideceği yoktu. Ben ne kadar bağırdıysam o da o kadar acıdı bilirim. Ta bir oğlan doğurduğumu duyana kadar, yüreği ağzında beklemiştir. Oğlumuzu kucağına aldığında yüzünü görmedim ama benim yanıma geldiğindeki şaşkınlık hala o zamandan kalmıştır heral. Öyle masum, öyle ne yapacağını bilmez tutuyordu ki. Yatağa yanıma bıraktı sonra. Paniklemiş gibiydi sanki. Benim de ondan farkım yoktu ya. Bir oyun sandığımız evliliğe bir kişi daha eklenmişti.

Hiç heyecanımızı yitirmezken biz zaman geçti. 9 hasat zamanı geldi, 9 kere ürün topladık. Hep beraber heyecanlandık, İbramla hiç ayrılmadık. Ona bir oğlan çocuğu daha verdim. Torunlarını göstermeye diye babamlara gideyim dedim. Torunlarına anneanne-dede sevgisini bile çok gördüler. Ben de öldü dedim oğullarıma. İkisi de birbirinden zekiydi. Küçük olan daha yaramazdı. İbram ikisini de okutmak istiyordu. Çok düşkündü çocuklarına.

Bu sırada Mehmet ağabeyle Fatma ablagilinde 3 çocuğu olmuştu. İkisi kız biri oğlan. Mehmet ağabey taşımacıkla uğraşıyordu. Bazen işi gereği geceleri olmuyordu. Arada çocuklar ve Fatma abla korkmasın diye İbram Mehmet ağabeyin olmadığı geceler bize getiriyordu onları. Bazen İbram gidiyordu. “Senin oğlanların var korur onlar seni” diyordu. Gülüp geçiyorduk. O anlarda özlemden gayri ne gelirdi ki aklıma.

Büyük oğlumun okula başlama zamanıydı. Siyah önlük ne de yakışmıştı. Her sabah İbram bırakıyordu onu okula. Oğulları okusun da..

Bir gece İbram “Oğlanı yarın sen götür” dedi. İkinci oğlumuzun da okula başladığı seneydi herhalde. Garipsedim ama nedendir sormak gelmedi hiç aklıma. “Yokum birkaç gün beni merak etmeyesin” dedi çekti gitti. İlk defa böyle bir şey yapıyordu. Erkek işine karışılmaz derdi ya anam ondan pek ses etmedim. Bu birkaç kez daha böyle tekrarladı. İkinci oğlan 3. sınıftaydı, hepten ben götürür olmuştum. Gocunduğumdan değil, benim oğullarım, yavrularım götürmek yük olur mu hiç? Ama onun bu gidişleri, ansızın... Artık merak etme bile demeden ansızın gitmeleri, yokluğu… Dayanılır gibi değildi. Elini tutmaya kalksam çekiyordu, sanki bir yarası vardı da, görürüm diye korkuyor, kaçıyordu benden uzaklaşıyordu. Kimi zaman 1 hafta tek laf etmemiş oluyorduk. Kayıp gidiyordu sanki avucumun içinden eli, tutamıyordum. Beğenmiyordu belki beni artık. Konuşsam ne fayda… Hem gün geçtikçe daha da çabuk sinirlenir oluyordu. İlk zamanlar ki İbram sanki yoktu artık. Olur olmadık şeylere kızmaya bağırmaya, hem benim hem de çocukların kalbini kırmaya başlamıştı.

Bir ay daha böyle devam etti etmedi, fena haber bize ulaştı. Mehmet ağabey bir nakliye işinde kaza geçirmiş kurtulamamıştı. Bunun üstüne İbram, Fatma ve çocukların bize taşınmasını uygun gördü. Hemen kabul ettim. Fatma’yı hep çok sevmiştim zaten kardeşim gibi... Çocuklar da çocuklarımla arkadaş olur büyür sandım. Gençtim daha… Hiçbir şeyden habersiz…

Bir kaç zaman daha geçti böyle Fatma’da bir haller vardı. Eskisi gibi değildik sanki. Acısına yordum ilkin. Acısı taze dedim, erini yitirdi dedim. Üstüne varmayayım dedim. Ama o gittikçe hırçınlaştı sanki. İbramsa daha az çıkıyordu evden, Ama yine eskisi gibi değildi. Çok başka biriydi sanki. Ne kadar zaman geçti bilmem, bir gün İbram “Fatma’yla şehre gidicez” dedi. “Ağabeyimle ilgili” dedi, kurcalamadım. 3 gün sonra döndüler. İkisi de çok garipti. İbram’ın üç tarafı duvardı gene, bir açık yanı da hiç bana bakmıyordu. Uzaklaşıyordu. Susuyor, hep sigara içiyordu. Eskiden de içerdi de böyle değildi.

Bir gün “Dışarı çıkalım” dedi. “Seni bir yere götürücem” Hemen heyecanlandım. Eski zamanlarımız geldi aklıma. Çocukları hazırlamaya koyulacakken, “Onlar kalsın Fatma bakar” dedi. Daha da heyecanlandım, hemen hazırlandım. En güzel giysilerimi seçmeye çalıştım, Sarıçiçekli kırmızı entarimi buldum çıkardım dolabın en dibinden. Eskimişti tabi. Biz de eskimiştik ya… En güzel örtümü bağladım. Bunca zaman sonra ilk defa İbram’la dışarı çıkıyorduk. Evden çıkarken İbram’ın koluna girdim. Bir soğukluk vardı ama hala onda. Sebebi meçhul, anlaşılmaz.

Söze başlayamıyorduk bir türlü. Sustukça susuyorduk. İlk gün ki utancım geldi aklıma, öyleydim sanki ben. İbram o an elimi tutsa her şey en başa dönerdi. İbram da o halden eser yoktu ama. Bir sıkılma vardı. Belliydi. Bir şey söylemek istiyor söyleyemiyordu. Onun bu hali beni de huzursuz etmişti artık. O heyecanımda geçmişti hem. “Söyle İbram, fena bir şey mi var” dedim. Gözlerime bakamıyordu. Korkuyordu bir şeylerden. Bunca yıllık kocam olmasa.. Küçülüyordu sanki.

“Geri dönelim mi?” dedi. Hiçbir şey diyemeden başımı salladım. Bütün yol boyunca gözümden yaşlar aktı durdu, hıçkıramadım bile.

Birkaç gün sonra çeşme başındaydım. Kadınlar bana bakıp gülmeye başladılar. Bir anda sinirlendim. “Ne oluyorsunuz?” dedim. “Hiç” deyip geçiştirmeye kalktılar, ama fark ediyordum bu gülüşmeler her geçen gün daha da artıyordu. Bir gün dayanamadım daha. Elime taş alıp birinin üstüne yürüdüm. Kadın çaresiz, ben bağırdıkça ciddiyetimi anladı. “Ne bana delleniyorsun, sen burada çalışırken kocanla eltin kim bilir neler yapıyor git onlara hesap sor. Sen imam nikahına eyvallah derken kadın hükümet nikahını almış” dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Hiçbir şey anlamıyor duymuyordum sanki bu sözlerden sonra. Taş elimden düştü. Yuvarlandı. Eve kadar ne yaptığımı bilmez koştum. Ne yapacağımı bilmeden koştum. Eve girdim. Fatma çamaşır asıyordu. İbram çocuklarla oynuyordu. Çocuklara bağırdım. Dışarı kovdum onları. İbramın üstüne yürüdüm.

“Doğru mu bunlar? Ne der konu komşu?” dedim. İbram bir şey diyemedi. Baktı. Başını salladı. “Nasıl?” dedim. Açıklasa da anlayacak halim yoktu aslında. Delirmiştim. Her şeyi kırmaya başladım. Beni dışarı çıkardığı gün anlatacakmışmış aslından. Başkasından duymamı istemezmiş, ama yapamamış. Anlamıyordum hiçbir şey. Var gücümle bağırıyor ağlıyordum. İbram beni tutmaya çalışıyordu. Fatma kaçmıştı. İbram bana dokundukça daha da çıldırıyordum. Ağzıma ne gelirse sayıp sövdüm. İbram tutup bir tokat attı. Bana. İlk kez bana elini kardırmıştı. Bu tokattan sonra hiçbir şey diyemedim. O da pişman oldu ya. Koltuğun köşesine oturdu. “Ne yaptım” der gibiydi. Neden sonra sakinleştim. Tabi ne kadar sakin olunursa, titriyordum hala. İbram yüzüme bakamıyordu. Bundanmış demek her şey…

İbram bir anda konuşmaya başladı. Titrekti sesi. Ne dediğinin farkında bile değildi sanki. Anlamsızdı cümleleri, yarım yamalak.
“Ağabeyim öldükten sonra, o rahat etsin diye.. Sonra bir anda. Nazlı’m.. Seni sevmekten hiç vazgeçmedim.”
“Peki onu?”
Cevap vermedi.
“Hemen gidecekler buradan.” Dedim. “Daha rezillik istemem.”
“Gidemez” dedi. “Hamile”
Cevabını bile bile : “senden mi?” diye sordum. Başını salladı.

Daha da bir şey soramadım. O an ne desem bilemedim. Sevdiğim adam, hayatımı verdiğim adam, başkasının olmuştu. Ona kızdım. Nefret ettim ondan. Ondan ve Fatma’dan. Sonra kendime baktım. Nasıl da fark edemedim. Nasıl bu kadar güvendim? Saf oldum? Çocuklarımı da alıp gitmek geldi içimden. Ama nereye? Gidecek bir yerim bile yoktu. İbram’sız hayatı, ibram olmazsayı hiç düşünmemiştim. Her şeyimin dayanağıydı, şimdi o başkasına sarılınca… Her şey yıkılmıştı.

Kaçmayı çok istedim. Ama yapamadım. İki çocukla gidecek yer… Kaldım o evde. Hiç konuşmadan. Hiçbir şey yapmadan bir eşya gibi kaldım. Ne İbram’la konuştum ne Fatma’yla ikisine tek laf etmedim o günden sonra. Öldü diye bilineyim istedim. Evden dışarı da adımımı atmadım. Fatma çocuğu doğurdu. Bir oğlan çocuğuydu. Bakmadım, sormadım bile. O çocuğa ah edesim geldi, zavallı yavrucak, suçu ne? Hem İbram onu da sevdi, onunla oyunlar oynadı. Ben geçerken yanından sanki el çocuğuymuş gibi utanarak itti onu. Vicdanı sızlardı bilirim bakışımdan.

İbram zaman zaman konuşmayı denedi benle, hiç bakmadım yüzüne. Elimi tutmak istedi. Çektim. Bazı geceler dışarılara çıktım. Nereye gittiğimi bilmeden öyle dolandım durdum karanlıkta. Deliye çıktı adım. Arkamdan ne dediler, ne yaptılar düşünmek bile midemi bulandırdı.

Erkeğimdi benim. Sevdiğim. Her şeyimi bırakıp koştuğum adamdı. Ona çocuk veremeseydim ve o köydeki diğer ağalar gibi üstüme bir kadın alsa laf etmezdim. Çocuğunu çocuğum gibi büyütürdüm. Ama o onu sevmişti. Benden başka, başkasını sevmişti. Belki bana söylediklerini söylememişti, ama onu başka türlüde olsa sevmişti. Dokunmuştu ona, ben onu benim zannederken, başkasının olmuştu.

Gene de İbram hiç diğer adamlar gibi olmadı. Hep pişmanlık duydu bilirim. Yüzüme bakamadı. Gözlerimi görünce hep kaçtı, içi acıdı. Koca adam, ufaldıkça ufaldı. Benim içimin acısı gibi onunda acıdı. Benim mutsuzluğumun yükünü hep taşıdı. Çok içki içti. Çok sigara içti. Sessizce intihar etti aslında. En sonunda hastalandı. Fatma an olsun ayrılmadı başından. Bazen gitmek geldi içimden. Gidip elini tutuversem iyileşir sandım, belki de bu yüzden hiç gidip elini tutmadım.

Orda öyle ölsün istedim bazı bazı, bu aklıma geldikçe kendimden bile nefret ettim. Çocuklarımın babası, erkeğim ölüm döşeğinde, bir başka kadının elinden ilaç alıyordu. Ne kadar yaşadık böyle bilmem. Yaşamakta değildi ya. El de avuçta da bir şey yoktu. Tarla işlenmeye işlenmeye ürün vermez olmuştu. Büyük oğlum yüksek okuldaydı. Büyük şehirde, Allahtan o kendi parasını kendi kazanıyor kendine de kardeşine da bakıyordu. Fatma’nın kızlarındansa, biri evlenip gitmiş, biri kalmış kardeş büyütüyordu. Evde hepten yabancıydım da, İbram öyle yatmasa…

Bırakıp gidemiyordum bir şekilde. Hala seviyor muydum ne. Bir gece gittim İbram’ın yanına. Fatma komşudaydı. Beni görünce gözleri parladı. Onu bu hale ben getirdim diye düşündüm. O an. Üzüldüm. “Çok pişmanım, affet beni Nazlı’m” dedi. Hiçbir şey demedim. İçimdeki üzüntü acımaya dönüştü. Arkamı döndüm çıktım.

3 yıl geçti. Ne yaptım nasıl yaşadım bilmem. Döndüm geldim köye, Fatma başkasıyla evlenmişti. İbram dedim… Benim köyden gittiğim gece daha da dayanamamış artık.

Mezarına geldim işte buradayım. İnanamadım. Koskoca İbram’ım bu toprağın altında, eridi, yitti belki çoktan. Toprağın üstünde gezdiriyorum elimi.

Ne kaldı geriye be İbram? Sen toprak altında yok oldun… Ben üstünde…

12 Nisan 2011 Salı

eğlen güzelim

içimden konuşmuyorum artık. içimden şarkı söylüyorum.
bir de bu ara hep bunu söylüyorum.

/bir ağlarım bir gülerim sanma ki senden vazgeçerim/

çok hoş şarkı yahu.
kütüphaneye giden bir insan oldum ben. o değil kütüphanedeki kızıl saçlı bağyan seni herkeslerden çok bi çok seviyorum.
nasıl bir insansın sen.
insna değil meleksin adeta.
istanbula geldim geleli senden daha kıyak bir insan tanımadım ben.
ha bir de muhtarı da seviyorum.
ama sen daha bir başkasın.
bu arada

/eğlen güzelim sen eğlen ben vazgeçmişken eğlen/

güzel şarkı güzel. sabahlara kadar dinlenmeli.

/karaları ben bağlarım, sen de vakit çok erken/

kendinden büyük gözler şişince pekhoş olmuyor. sırf gözlerim için çay demliyorum. ahaha.

uzun cümlelere gelemeyen insanmışım ben bu arada. yargıtay kararlarını okurken bunu daha bi iyi idrak ettim. ahhaha nokta koymayı mı unutuyorlar noktalı virgülü mü çok seviyorlar anlamadım ben. bitir ulan artık şu cümleyi!

ben ne cümleler bitirdim sen alt tarafı bir karar cümlesini süründürdükçe süründürüyorsun.
saygılar.

11 Nisan 2011 Pazartesi

hayatın tuzu


bizim buralarda tarık bilmemne kültür merkezi var. orda 2 liraya mis gibi filmler oynuyor.
çok da güzel oluyor.
bu filmi önerecek değilim. ben çok sevdim. ama sen sevmezsin belki. bu riski alamam.

filmi anlatma faslına geçiyorum.
bu bir dana filmi. asdfgh şaka şaka.
ama başrol danadır beyler.
yan roller ise kalabalık. bir sürü hikaye. ben bir sürü hikayeli filmleri seviyorum arkadaşım.
bir sürü tutunamayan.
öyle bir bitliste yaşayan aile.
en tutunmuş görünen büyük abi imam bile aslında en büyük tutunamayan adeta.
"
-şuna bak abi, bir fotoğraf bile kalmamış arkasından.
-bir fotoğraf kalmış olsa mı iyi, yoksa kalmamış olması mı onu bilemedim.
"

tam replikler böyle değildi ama ana fikir bu. tam hatırlayamadım. bu son cümle bana "bizim hiç fotoğrafımız yok" diye mırıldandırdı mesela..

sonra çok hoş detaylar vardı. ve en güzeli de hiç bir şey göze sokulmamuştı. ha dana muhabbeti bi süre sonra aeöa dedirtmiyor mu bana pek dedirtmedi. yani bir arka fon müziği gibiydi. hoştu yani.
canlı gazete haberleri. 70'ler 80'lere dair haberler. o adamın yüzü, göz altı torbaları. bunlar hoş şeylerdi. -şair burda kendini güncelleyememek yarama parmak basıyor-

gel gelelim ki ben o dükkanda daha farklı bir şey olsun isterdim yahu. sanki bütün gizem ayarlanmış da orayı sonra buluruz abi denmiş denmiş sonra bi şey bulunamamış gibi olmuştu.

bir de anlatıcı olayını sevmedim. tamam hikayeyi haruna bağlıyorsun. harunun bitlise gelişi ve gidişi diyorsun. hatta harun gittiği andan itibaren hiç bir şeyi göstermeseydin iz sadece harunun bildiği kadarını bilseydik de meraktan ölseydik onu bile severdim ama o ses o anlatış olamış. yani ne bileyim bir snoopy havası vurdu yüzüme yüzüme.

ama yine de sevdim ben.
hayatın tuzu neymiş?
gururmuş bir de.
bir güzel kısmı da orasıydı sahi.
"
-ya dana da gurur meselesi yaptıysa hocam?
"


bir de ne dicem. sümeyyeye kaş göz yapan adam tam 1 yıl önce bu zamanlar bana da yapmıştı. diyim dedim. ahahha.


bir de baharda yazda kış ortasında ben hep seni düşündüm be sevdiceğim. öperim güzel gözlerinden.

bir de bir levent üzümcü var benden içeri ki bu konuya daha sonra tehlikeli ilişkiler başlığında değineceğim.

10 Nisan 2011 Pazar

istiklal kitabevi



kapandı.

bugün son gündü.
çılgın bir indirimle kapandı. bir sürü kitap aldım. bana adeta son kıyağını yaptı.

çalan müzikler pek bir dokundu bana. gözlerim dolar gibi oldu. buğulu gözlerle kitap adları seçmeye debelendim. aslında aslıhan yüzünden pek kitap almıyordum buradan. sadece gezinmek hoşuma gidiyordu. ama yine de bir tuhaf oldum.

görevli insanların adeta kıyamet günü kalabalığına rağmen anlayışlı olması, hiç birinin durumun vahametine rağmen sinir krizi geçirmiyor olması, insanlara yardım etme istekleri...

"
-yky yayınlarını da çıkarıcak mısınız?
-yarın çıkarıcaz onları.. ayrıntı da çıkacak, gel mutlaka.
"

gittim. tezer özlü ve mine söğüte rastladım. tereddüt etmeden aldım.
ama içim burkuldu.

ne dicem bak ben burda bir şeylere bağlanıyorum demek..

9 Nisan 2011 Cumartesi

zaman tüneli.

anılarla yaşamayı hep sevdim ben. sevmesem bile engel olamadım bu birlikteliğe. aklımı günümüze getirmek için gereken güncellemeleri yapana kadar çoğu zaman canım çıktı. ben hepsini yükledim sandığım an, yeni güncellemeller piyasaya sürülmüştü zaten hep.

bir şeye bağlanacaksam hep bu -di li zamanlar oldu.
di li zamanlar değiştirilemezdi çünkü.
di li zamanda sevdiğin bir cümle varsa ona başını yaslıyabilirsin. o dili zaman da çok salak bir insan değilmişsen kolay kolay çekilmez o yastık. başını taşa vurmazsın.

ama bu dili zamanları değiştirerek, atlayarak, uydurarak çeşitli deformasyonlarla yastık yapmak varmış.

uydurma değil bu. unutma demeye de dilim varmıyor. ne peki o zaman?
geçmiş zaman bir fotoğraf, bir çercevede. yastığım yapmışım başımın altında bu yüzden çok bakmıyorum. ama aklımda.

sohbet günlüklerini kaydetmek benim gibiler için lazım şey.

flashbackler..

bu normal olandı.
hatırlamak, gülümsemek, kızmak, belki ağlamak..

bir de olayımızın diğer boyutu bu yastığa sanki bir zara home vitrininde bakıyormuşun gibi bakmak.
geçmişine nasıl yabancı olabilir bi insan bu kadar? adeta anneannesinin gizli mektuplarını bulmuş küçük bir kız çocuğu gibi hissediyorum kendimi. o heyecanla, o bilinmezlikle okuyorum kendi cümlelerimi.
neler neler olmuş yahu aslında.
ve bunlar benden habersiz de olmamış. bizzat ben ellerimle ne çok şey yapmışım.
aslını isterseniz bir şey yaptığını biliyorsun ama ne yaptığını bilmiyorsun. belki o zaman söylerken farkedemiyorsun.
insanlar geçmişte ne söylediklerine bakmadıkları için bu kadar iyi güzel rahat yaşıyorlar sanırım.
zira mesela bi 5 sene sonra bugün dediklerime bakınca neler düşünücem acaba korkusuyla konuşamıyorum neredeyse.

halbuki herifin teki gelip "ya sen çok başka bir şeysin ben aşık oldum sana amına koyyim" diyebiliyor. bunu aynen böyle söylüyor. ve o sırada sarhoş olmadığından kesinlikle eminsin.

düşünmeden konuşmak değil bahsettiğim. ne söylediğini anlamadan konuşmak.

sonuç olarak demem o ki işin özü, masalın fikri, dervişin zikri,
takılın gençler siz. zaman tüneli gereksiz ve boktan bir şeydir. uzak durmak en iyisi. bu chat log işi nerden kapanıyor?

7 Nisan 2011 Perşembe

sipariş!

şimdi güne bu şarkıyla başladık.
nerdeyiz şişli adliyesi. ankara adliyesi gibi değil. tamam her bi yerde adliye var burda da ankara adliyesi bir başka bak.
ben bunu bilir bunu söylerim.

muhsin ertuğrula gittim. gişede beklerken bir kadın geldi. onunla oyunlardan muhabbet ederken lafı "istanbul efendisi"ne getirdi evet güzel oyundur. dedi. biz de oynamıştık dedim. gözlerime bakıp sanatçı mısınız dedi.
ah o an ahh...
ahh...
evet evet sanatçıyım hatırlamadınz mı yoksa. durun durun şöyle bakın bir de.. demek için neler vermezdim.
ah...
halbuki yok öyle amatör olarak ilgileniyorum demekle yetindim. gözlerimi kaçırdım.

neyse bu bahsi kapatalım a dostlar.


sevgili iyilik perisi,

nerdesin? ne yapıyorsun? hemen buraya gelmelisin. aklımı kaçırmam an meselesi. bana hemen bir adet velayet konulu alengirli tartışmalı çok çetrefilli bir yargıtay kararı bul.
romayı ben yap(k)arım.
o değil el yazısı istedi.
21. yüzyılda el yazısı ödev isteyen profesörlerin olduğu bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum!

günün burdan sonraki şarkısı...
çok mu arabesk oldu beybi?
ama öyle ne yapalım?
vicdanının sesini dinle bak ne diyor? senin için bir can bir can gidiyor.

o değil hemen sopanı kap ve buraya gel iyilik perisi mi meleği mi hanginiz kolaydaysa işte.
bana bi avukat lazım. o da bu gece lazım.
her şeyin şarkısını buluyorum bu ara. hadi bakalım.

o değil asıl oyun okuyorum bu ara. oyun okumak insanı çok mutlu eden bir şey. sanki izliyormuşum gibi hissediyorum. bu hissiyatı çok seviyorum.
seni de seviyorum.
öperim.

5 Nisan 2011 Salı

"mutluluk neydi, ben bilmezdim.O vardı bir zamanlar, onu sevmiştim.sevgi o muydu? sevgi neydi? çoşkun akan dere, sonbahar rüzgarıyla ürperen yapraklar, cama vurup dağılan yağmur damlaları, bir yürek çarpıntısı... sonunda coşkun dere durulur..., yapraklar kurur, dökülür, yağmur diner, güneş çıkardı. sevgi neydi? sevgi sahip çıkan, dost, sıcak insan eliydi, insan emeğiydi. Sevgi iyilikti, sevgi emekti."

neden izliyorum ki ben bu filmi? hep aynı yerlerinde ağlıyorum. aynı yerlerinde yutkunuyorum.
ve her zaman yoksa bu kez ilyas'a mı gidecek diye tırnaklarımı yiyorum.
gitmiyor ama.
hiç gitmedi bugüne kadar.
siz de izlemeyin boşuna..

sevgi iyilikti, sevgi emekti...

çapa elektrik idaresine selam ederim.

elektrikler kesildi. gelmez heralde diyerekten el yordamı odamda sigara buldum. çakmağı buluşturdum. balkona yol aldım. çıktığımda da bi tuhaftı. soğuk desem soğuk değil. elektrikler olmamasına rağmen sanki bi aydınlık. gökyüzü kıpkırmızı. kışın görsem kar yağacak derdim.
duvara yaslandım sigaramı siper ederek tam yakıyordum ki
çın çın flash!!!
karşı binanın ışıkları hep birden yandı. o anki korkum anlatılamaz sanıyorum. ne olduğumu şaşırdım desem yeridir. adeta camel bu kaçak bile değil orjinal bildiğin ben vergisini veren işinde gücünde adamım durun bir yanlışlık olmalı diye başlayacaktım. ahaha.
o değil ben de aşırı bir darbe korkusu var.
ikinci sırada da bembeyaz olup da akıl almaz bir şekilde kuyruğu siyah kedi var. nasıl bir şey o kedi öyle? aklım almıyor.

sonra tekrar elektrikler gitti. adeta oyun mu oynuyon adam mı seçiyon dedim.
biraz sonra tekrar geldi. içime daral geldi bu arada çişim geldi. bu ara çişim adeta bir fon müziği olarak hayatımda. hiç gitmiyor mübarek.

neyse işeyip salona geçtim. skype açık, ozan bir anda 'sensiz olmaz' çaldı.
bu şarkı beni her zaman bir tuhaf yapıyor.
neden yapıyor, nasıl yapıyor bilmiyorum ama..
pek bi tuhaf..

"
bu sabah sensiz uyandım..
"

4 Nisan 2011 Pazartesi

ne istersin?

bu soruyu kimse bana bu kadar içten sormamış olabilir.
aslında sen bu soruyu içten soracak son kişisin, çünkü ne istediğimi zaten en başından beri biliyorsun.
enginar, sarma, mantar, ıspanaklı börek
ve tabiki sayılması hiç gerek olmayan browni.
bir nefeste yapılıveriyor bunlar.
3 günlüğüne gelmiştin oysa, dikilecek bir şeyler var mı diyorsun.
halbuki bana dikiş dikmeyi epey önce öğretmiştin.
giderken son anda hırkanın söküğünü de dikiyorsun.
acele acele dolaptaki yemeklerin yerlerini söylüyorsun. atılmasın yiyin emi diyorsun.
benim gözlerim doluyor. yutkunuyorum ama.
sarılıyoruz. bol bol kokluyorum seni.
insan en çok ayrılık anında özlüyor. bilimsel bir gerçek bu.

hiç bir zaman kimse senin kadar içten soru sormadı.
ve işin en tuhafı bütün cevapları sen zaten her zaman biliyordun.

3 Nisan 2011 Pazar

günah çıkarma.

ahahaaha merhaba ben yenilikten korkan insan, nasıl yardımcı olabilirim?
ahhahah
evet evet bugün cevahirdeki adidasa gidip eskimiş bok götüren ayakkabıları gösterip aynından istiyorum hıhı evet 38 diyen aptal kız benim.
ahhahahha.
değişmesin hiç bir şey ben sonsuza kadar yaşarım. sonra dantelli(bu dantel çok başka dantel yahu) ne kadar şey varsa aşık oldum. şok geçiren ahaliye değişim iyidir. değişmek lazım. bakış açısı, tarz giyim kuşam değişmek lazım diyen de benim.
ahhahahha.
hatta daha ileri gidip "olum bi şehir değiştirmekle değişim olur mu sandın sen?" diyen de benim.
ahhaahah.
sonra asansörde gayet mal bir sebepten gülme krizine giren gerizekalı da bizzat benim ve gülmemin sizlerle hiç alakası yok sevgili aynı asansörü paylaştığım 9 kişi. orda eşşek kadar asansörde kalırsanız panik yapmayın."İMDAT!" yazan yere basın yazısını görünce tutamadım kendimi. panik yapmıyorsak sakince mi bu ünleme yönelelim?
ahhahahha.
bi de ne dicem. bugün dokunduğum her şeyde aklım kaldı. toparlayamıyorum resmen adeta. hukukta biraz daha ilerleyeyim paravan şirket kuracağım onun üstüne bütün borçları yığım. oha bunları buraya yazmamalıyım.
ahahhah.
bi de sırf dantel dantel ne olur diye düşündüm gelinlik cevabı yandı. bunun için evlenilir bak. bulutlar yarime selam söyleyin! söyleyin..



bakınız dantelli elbise örneği dantel kavramını açabilmek için google yazdım ilk sayfada çıkan gözüme hoş gelen elbise bu oldu. aslında diğer çeşit dantelleri de seviyorum mesela düz bi şey sırtı dantel ya da omzu dantel ya da uçu falan. yok ben anlatamıcam. ne dicem alışverişe çıkalım mı?










bu arada bahar alışveriştir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...