22 Kasım 2012 Perşembe

sergei trofanov.
yıllar sonra bana tekrardan resim yapma isteği getirmiş adam kendisi. 4b 5b kalemler almak lazım bak şimdi. doğru çizgiyi bulana kadar hafif hafif karalamak lazım. doğruyu bulana kadar denemek lazım. doğruyu bulunca tam ne oluyor peki? kilit gibi düşün işte. şifreli kilitler gibi. doğru kodları girince kendiliğinden açılıyor ya hani. öyle.
kararlar alıyoruz. sonra sıralıyoruz. bazı şeyleri erteliyoruz. erteledikçe isteksizleşiyoruz. erken yatıp erken kalkmak lazım. ben bunu bilir bunu söylerim.

14 Kasım 2012 Çarşamba

kaplumbağalar da uçar



gergedan mevsiminden önce diğer filmlerini bi izlemek lazım dedi sezgi. benim okula gidesim yoktu zaman geçmek bilmiyordu ben de onlayn izlersem izleyeyim diye oturdum. kalkamadım. 
nasıl bu kadar gerçek bu kadar yakın zamana dair, bu kadar geride, bu kadar ilkel ve bu kadar ironik bir film  yapılabilmiş çok merak ediyorum. o kadar ince bir konu ki bahsolan. çocuklar ve hatta savaş kapıyı iki defa çalmadan önceki çocuklar...
filmin görüntüleri, tabloları, diyalogları her şeyi kusursuzdu sanıyorum. hiç bir duygu sömürüsü içermiyordu. dokunuyordu ama bütün gerçekliğiyle dokunuyordu. kurşundan yapılan kolyesiyle, olmayan kolla göz yaşını silmekle, görmemekle, kırmızı balıklarıyla her şeyiyle kaplumbağalar ne zaman uçar diye sordurtuyor. 
bahman ghobadi'nin aklına bu isim edindiğim bilgilere göre savaş sırasında bombaların etkisiyle havalanan kaplumbağalardan esinlenerek gelmiş. ya da başka bir rivayete göre uçmak isteyen bir kaplumbağanın hüzünlü bir hikayesinden.
her nasılsa ismi cismi her şeyi etkileyici ve özenilmiş bir film.
oyunculara gelince, nasıl oynatılmış o çocuklara bütün bunlar bilmiyorum. tüm oyuncular amatör demeye gerek yok sanıyorum. mayın dendiğinde benim hep gözlerim dolar. "çünkü mayından kahpesi yoktur" demiş yılmaz erdoğan bir mektubunda. daha mayın dendiğinde benim gözlerim yanmaya başlarken kolu bacağı olmayan çocukların mayın topladığını görmek sabah sabah beni inanılmaz hırpaladı. sırf gerçeklere götümü dönmekten hoşlanmayan biri olduğum için filmi kapatmadın sanırım. o kadar içim acıdı ki. 
savaş savaş diye tükrükler saçan insanlar geldi aklıma. dilin ne önemi vardı ki söz ettiğimiz insan olduğunda. bu uğurda daha hiç bir şeyi bilemeyen sormayı bile akıl edemeyen çocukların annelerinin dillerinin ne önemi vardı? 
savaş her yerde en çok en anlamayana zarar vermiyor muydu?

sanırım bir savaş üzerine yapılmış en güzel en gerçek savaşa beş kala filmi benim için. bir de bambaşka bir boyutu var filmin... agrin.. o küçük güzel kız. elinde bir çocuk. herkes için kardeşi. 
dokunmak bile istemediği bir çocuk.
dokunmamak için kendini öldürmek istediği.

"intihar etmeden önce son bir kere soyunmak" agrinin uçuruma yürürken terliklerini çıkarması. yaklaşık 3-4 hafta önce bir kadının metro raylarına atlamadan önce elindeki şeyleri perona bırakması. köprüden atlamadan önce adamın montunu çıkarması. son bir kere bir şeylerden kurtulma isteği. halbuki ne önemi var ki?

13 Kasım 2012 Salı

The Fantastic Flying Books of Mr. Morris Lessmore



sevgili murat bunu izlersen bana haber et.
sevgili muratla haberleşme şansı olan kimse bunu izlersen murata haber et.

düğün şarkısı


tek kişilik oyunları ayrı bir seviyorum ben. bir gün mutlaka sahnede tek başıma olma hayalimde var hani. tek başına bütün derdini bi başına anlatmak. tek başına oynadığında her şey senin elinde. bakacağın noktalar, replikler... aslında en çok tek kişilik oyunlarda 4. duvar duvarlılıktan çıkar. çünkü partnersizliğini seyirciyle paylaşırsın. bunu dozunda yaptığında hoş dururken abarttığında tiyatroluktan çıkar.
düğün şarkısı ise her yönüyle tam, eksiksiz, ne fazla ne az bir oyundu. dolu dolu bir oyunculuk, bir jack daniels dolusu, daha meydana dökülmemiş ama kursakta her an bırakıverilcek hıçkırık, bir avuç göz yaşı ve bolcana  mutsuz kendini kandırmaya çalışan kadın kahkahası.
ben onu daha ilk görüşte tanırım. hayal kırıklığını sahnede, sokakta, otobüste, durakta, facesta partide hemen anlarım. boyasanız da anlarım yapıştırsanız da.

"ne yaptın aşilyus bize ne yaptın?"

bu konumuz değil. aşilyus bir erkek ne yaparsa onu yaptı. şaşırtmadı.
bizi karşımızda mükemmel türkçesi ve enerjisiyle harika kostümler içerisindeki kadının hayalleri de şaşırtmadı.
bir kadın geldi. güzelcene pofuduk bir yatağın üzerine oturdu ve bize her şeyi en başından anlattı. ben de anlatmak istiyorum bazen. çayın altını kısıp gelip her şeyi en baştan. sonra biraz karıştırıp dur şimdi sen şu ipin ucunu bi tut ben bi koşu diğer tarafları anlatıcam demek istiyorum. anlatırken karıştırınca ama çok karıştırınca bi yandan da çözebilecekmişim gibi çözemeyince bir yerleri uydurup inandırıp inanacakmışım gibi. ofelya çözebildi mi bize anlatırken? bilmiyorum şuan sanırım sonunu bile hatırlamıyorum oyunun. ama bize her şeyi en başından nasıl anlattığını nasıl her şeyi aşilyusla ilk bakışmalarından,  dünkü kına gecesine kadar.. kına gecesinde özgür bıraktıkları kuşlara kadar her şeyi sanki bizzat bende ordaymışım gibi hatırlıyorum. her şeyi o kadar güzel mimledi ki berrin akhasanoğlu sahnede tam olarak neler vardı neler var gibi davranılmıştı çıkaramıyorum.
gerçekten bi adamla mı dans etti yoksa manken miydi o? ben gerçekten birine sarılmışım gibi hissettim.


aşilyusu affettik mi? hayır affetmedik. korkakları biz hiç bir zaman affetmeyiz çünkü. kaçanları, öyle olması gerekmişti çok özür dilerim insanlarını, ceplerinde her zaman her durum için mazeret taşıyan insanları ölünce bile affetmeyiz. aşk olsun diyip geçemeyenlerdeniz. bu sebeple biz ofelya gibi her fırsatta papatyalarla süslü at arabasına kadar tahayyül edilmiş hayaller taşımıyoruz. ne zamandır taşımıyoruz?


neyse bu son paragrafı geçelim oyundaki ani duygu değişimlerindeki başarı her ne kadar oyuncununsa monologlardaki akıcılık, ikircilik ve tek kişilik bir oyunda, sahneden bir sürü karakteri bu kadar gerçekci geçirmek de sanırım civan canovanın oyun metninin başarısı.
"hayat bütün planlarımıza rağmen sürüp giden şeydir." çok acımasızca.
planları alt üst eden ne?
aşilyus mu? yoksa aşilyusu tanımadan hayal kuran ofelya mı?
aşilyusu ofelya mı tanımadı, aşilyus mu yanlış tanıttı?
ben neden sürekli bir tanık bir sanık arıyorum? bazı cinayetler faili mechuldur, bazılarınınki maktuldur.



"“Benim minik kuşum…” demişti babam, evlendiğim gün. “Demek uçuyorsun?” Ama ben… 
Uçamadım."
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...