10 Eylül 2010 Cuma

yasemin

Susuyorduk. Konuşan tek onun telefonundan aramıza katılan sezen aksu idi. İkimizin de üstünde gereksiz bir efkâr vardı. Aşk acısı çekmiyorduk. Derdimiz tasamız yoktu ama ilginç bir şekilde kederliydik. Birde buna ah İstanbul İstanbul olalı nağmesi eklenince tadı pek bir egzantrik olmuştu. İkimizde şarkıya hafiften eşlik ediyorduk. Hâlbuki bu şarkı böğüre böğüre söylenecek şarkılar familyasındandı. Sanırım bundaki en büyük etken İzmir bostanlıda oluşumuzdu. Sahilde betonda oturmuş ayaklarımızı denize sarkıtmıştık.
300 milyonluk guess babetlerimi ne olur ne olmaz diye çıkarıp kenara koymuştum. Çıplak ayaklarım denizin üstünde bir garip duruyordu. Betonun tırtıklı yüzeyine değmesinler diye sallıyordum. Onun bu hareketimi çocukça bulduğuna adım gibi emindim. Etraftaki tek ses dalgaların duvara çarpış sesiydi. Balzac yaşasaydı ve bu anı bizlerle paylaşsaydı bu sesi sayfalarca betimleyebilirdi. Ve bizler bunu büyük bir hayranlıkla okurduk. Sanırım ben böyle tadına doyum olmaz betimlemeler yapamayan bir insanım. Üstüme vazife olmayan işlere karışmam. Dalga sesi betimlemesini sizin hayal gücünüze bırakıyorum.
Sezen aksu 3. Kez “uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bir taşa..” diye başlamıştı. İki sigara çıkarıp yaktı. Birini bana uzattı. İki sigara yaktığı için zaten reddetme ihtimalim yoktu. Djarum black. Karanfil kokusunu içime çektim. Dumanını derin bir ah eşliğinde evrene bıraktım. O da bu ahıma karşılan ah ulan ah diye cevap verdi. Ama devamında başına keşke koyacağı bir cümle kuramazdı. Çünkü her şey yolundaydı. 2şer kutu bira ve bir şişe de şarap içmiştik. Hepsinin sebebi bu olabilirdi. Şarkıyı biraz daha yüksek ve içten söylemeye başladı. “kalmadı ben de gururdan eser” derken sesini titretişinde az evvel yola güllerle “seni seviyorum Aynur “ yazmış da geri çevrilmiş Tarık Akan havası vardı. İçimden üzülme sana kız mı yok olum diye teselli etmek bile gelmedi değil. Ama yapamazdım tabi. Öyle bir kız yoktu. Elimden tek gelen şarkıya eşlik etmekti. Ben de öyle yaptım. Onunla aynı perdeye çıkamasam da ben de “ah iistanbul istanbul olalıı” diye devam ettim. Bi şişe daha açmış olsaydık belki bu İstanbul kısmını şehre uydurup “ah izmiiir izmiiir olalııı” yapabilirdik. Ama dediğim gibi sadece suni kederden sarhoştuk. Ve böyle bir şey yapmayacak kadar kafamız yerindeydi. Sezen aksuya ise saygımız sonsuzdu.
4. çalış da sonlandığında artık sonraki şarkıya geçebileceğimize kanaat getirdi. Bu seferki konuğumuz leman samdı. “sabahın tam 3 ündesin dertlerin en gücündesin” kısmına gelince saate baktım. 2 bucuğa geliyordu. Saçlarım tepede topuzdu. Başımın ağrısını bu topuzun sıkılığına yorup tokayı çözdüm. Dalga dalga saçlarım döküldü. Hakikaten uzamıştı epey. Birkaç tel kopup elimde kaldı. Eve dökülmediği için eminim annem çok müteşekkirdir. Rüzgâra bıraktım. Uzun süredir denizi seyreden o ise saçlarımı açınca bana bakmaya başladı. Hakikaten güzel saçların var dedi. Şelale gibi. Şu çikolata şelalesini yapan adama senin saçların ilham verseydi karamel şelalesi yapardı dedi. Gülümsedim. O kadar karamel biraz bayabilirdi dedim ve bunu söylediğim anda istem dışı olarak sol gözüm kırpıldı. Bunu cilveye yormaması için deli gibi dua etmeye başladım. Sonra sustum zaten. O da sustu. Birer sigara daha yaktı.
Ellerimi arkama doğru başımı geri attım. Yandan bir profil çizilecek olsa yüzümün göğe en yakın kısmı kesinlikle çenem olurdu. Bir rüzgâr esse geri düşecekmişim gibi o kadar emanet duruyordum. Derin bir nefes alıp öylece kalakaldım.
“bir şey mi diyecektin?” dedi.
“yoo “ dedim yüzüne bakmadan. “nerden çıktı?”
“konuşmaya başlamadan önce alınan nefeslerden aldın gibi geldi de”dedi.
Güldüm. Ve gökyüzüne bakmaya devam ettim. Ona bakmasam da onun da aynı şekilde gökyüzüne bakmaya başladığına emindim.
“yıldızlar…” dedi sonra susmaya devam etti. “hiç yıldız kayması gördün mü?” dedi. Evet dedim bir kere. İlk kez birini gerçekten öptüğümde. Birkaç tane birden kaymıştı hem de. Güldü. Şanslı herifmiş dedi. Senin gibi bi kıza böyle şeyler hissettirmek zor olmalı. Gereksiz yere konuşuyordu. Cevap vermediğim için bunun o da farkındaydı. Beni muhabbete dahil etmek için soru sordu. “dilek tutmuşmuydun bari?” yüzünde o yavşak gülümseme olmasa belki gözlerim dolardı. Aklıma gelen ilk dilek zaten o sırada avuçlarımdaydı dedim. O ikinci şişeyi açtırmış olsaydık şimdi hüngür hüngür ağlardım belki. Sigara istedim. Djarumun dumanına sakladım bir damla yaşı sonra susmaya devam ettik.
“sence ilk dördün mü son dördün mü?” dedi. Bu anı ve sessizliği rahat bırakmayacaktı. Küçülüyor artık dedim. Son dördün. Şeftali gibi rengi dedi. Hatta şeklide öyle yan yatmış bir dilim şeftali! Bu benzetmeyi bulduğu için nobeli hak ettiğini düşünüyordu sanırım. Onu incitmemek için gülümsedim. Şeftaliyi çok severim dedi. Şeftalili icetea’ye taparım dedim.
Ani bi hareketle Ayaklarını arkaya attı. Korkmazsın dimi dedi? Hayırdır dedim. İcetea alacam benim de canımı istettin dedi. Korkmam dedim. Koşa koşa bakkala doğru gitti. Yaz memleketinin en güzel yanı bakkallarda yedi gün yirmi dört saat çekirdek çitleyen birini bulabiliyorsunuz. Çekirdek demişken canım çekirdek de istedi. Mesaj attım. Elimdeki telefona iletim mesajı gelirken solumdaki telefona mesaj geldi. Almamıştı telefonunu. Şansıma küstüm. Telefonunda müzik çalmıyordu artık. Bi eksiklik hissedip müzik çalara girdim. Yeni türkü klasörüne bastım. Sıradan çalsın dedim bütün şarkılar.
İlk çalan şarkı Yeditepe oldu. Fazla hareketli bulup sonrakine geçtim. Günebakan.

“evvel zaman içinde dostlar..”

Tamam dedim usulca mırıldandım. Denizin karanlığında en uzağa bakmaya çalıştım. Gözlerim yoruldu. Kapattım. Uzaktan bi köpek havladı.

“artık dönemesek de geriye ardından koştuğumuz son zamandır..”

Sigara aradım. Sigarayı götürmüştü. Küfretmek geldi içimden. Neyseki koşa koşa geldi şarkı biterken.
Yeni türkü dedi. Çok severim. Gülümsedim. Ben de dedim. Elindeki poşet siyahtı. Şişenin boynundan tutuyordu. İcetea yokmuş ben de şeftali şarabı aldım dedi. Buna inanmaz baktım ama çok üstünde durmadım. Şişeyi uzattı. Aldım ortaya koydum. Oturdu eski yerine sigara istedim. Paketi verdi. Kendi sigaramı yaktım. Bana da yakar mısın dedi. Dudağımdaki sigarayı ona verip kendime bir tane daha yaktım. Sanırım paketi verirken ki düşüncesi buydu ama ben böyle ince şeyleri anlamayacak kadar kalas bi insanım sanrım. Geldiğinden beri kullanmadığı diğer elini bana doğru uzattı. Bi avuç yasemin. Çok güzel kokuyor dedi. Saçlarımı sol omzuma topladı. Uçlarına bıraktı. Bazıları düştü. Bir kaçı dalgalar arasında sıkışıp kaldı. Teşekkür ederim dedim. Saçlarının şerefine diyip şarabı dikti kafasına. Yüzünü ekşitti. Sevmemişti. Ben içtim. Ben de çok sevmemiştim ama böyle şeyler ziyan olucak diye ödüm kopar. Çok tatlıydı ve hızlı gidiyordu.

“sen öyle umarsız dursan da bir köşede..”

Çok hızlı içtin sevdin mi dedi. Yoo dedim umursamaz. Kafam ağırlaşmıştı. Sırtım ağrımaya başlamıştı. Betona kıvrılasım vardı. Ama başımı dizine koymam gerekecekti ve bu yanlış anlaşılmalara yol açabilirdi. Yoruldum dedim. Bunu hayat yorgunluğu olarak algılayıp kompozisyonlar yazmaya başladı. “Hayat yoruyor insanı ipekçim. Bir de bazı şeyler için boşa uğraştığını görünce insanın sırtına bir yük olup biniyor. Yaşlanıyor insan daha gencecikken olur olmaz sorunlarla. İnsan küçükken daha büyük geliyor dünya büyüdükçe küçülüyor. Tabi hayalleri de” dedi. Şu meyve şarabını içmeseydim. Gülmez tutardım belki kendimi. Ama yapamadım. Bir kahkahayı koyverdim. Alınmış baktı. Ama çaktırmamak için o da güldü. Ne oldu dedi. Onu demiyorum. Sırtımı dayamıyorum ya bi yere böyle durmaktan yoruldum dedim. Güldü. Hayatta da öyle durmaktan yoruluyoruz zaten ipekçim dedi. Başka bir şey demedim. Uzaktan bir motor geçti. Bu saatte nerden nereye bilemedik.

“istersen hiç başlamasın..”

Napıcaksın dedi. Meraktan değil sözü deryaya bırakmamak için soruyordu. Yaşıcam dedim. Herzaman yaptığım şey. Nasıl yaşıcaksın dedi. Önceki gibi dedim. Daha fazla üstelemedi. Az önce geçen motorun dalgaları kıyıya geldi. Ayaklarımız ıslandı. Duvara çektim. Bağdaş kurdum. Bir süre daha sustuk. Kalkalım mı dedi.
Kalkalım dedim.
Tam telefonu eline alınca olmasa mektubun diye girdi şarkı. Dur dedim. Bu çalsın. Tamam dedi. Oturdum denize bakmıyordum artık. Betona sırtımı dayayıp şehre döndüm.oturduğum yer çekirdek kabuklarının buluşma noktasıydı. ellerimde kaldı bi kaç tane. pantolonumu düşünmek bile istemedim. ama kalkıp temizlemek de istemedim. Yanıma oturdu hemen. Kolunu omzuma attı. Gözlerim doldu. Hiç bi derdim tasam kederim yarım kalmış bir aşkım yokken gözlerim sulanıyordu. Elimde suçu atabileceğim bir djarum yoktu.

“bırak bana anlatma imkansız sevgimizi”

Üzülme yapma böyle dedi. Koca elleri göz yaşlarımı silsin diye yüzümü kaplamıştı. Tamam yok bi şey dedim. Hadi gidelim. Dur biraz daha dedi. Bi süre durduk öyle.

“kim inanır senle.. ayrıldığımıza..”

Şarkı bitti. Resim başladı. O kadar sevdim ki resmini…
Konuşmadık hiç. Olmayan derdime susarak ortak olduk.
Seni bir görsem diye diye…

**

Bir kaç gün sonra uyandım. Saçlarımda yasemin kokusu…

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...