21 Eylül 2010 Salı

ahahaha

erteleme.

evet sürekli bir şeyleri erteleyip başımdan savıyorum. bu bu zamana kadar olmayan bir şey değildi. ama daha önce hiç bu kadar ciddi boyutlara erişmemişti.
2 de ingilizce muhafiyet sınavım vardı. öncesinde öğrenci belgesi almam lazımdı. ve hukuk fakultesiyle yabancı diller fakultesi arasında epeycene bi mesafe var. bulunduğum mevkiden beyazıta gitmem 2 saat. ve sonuç olarak arada az da dolaşırım dedim ve ev halkına dün yarın 10 da çıkacağım dedim.

sabah 8 buçukta kalktım. dolandım. sonra annemin koynuna gittim. özlemişim. biraz orda uyudum. ilginç bi rüya gördüm. haliç köprüsünden geçiyoruz. (evet rüyalarımda görcek kadar istanbullu oldum) bi anda yağmur yağıyor deniz taşıyor falan. iyiki galata köprüsünde değiliz diyorum içimden. ondan tramvay geçiyodu elektirik çarpardı kesin. neden rüylarımda böyle şeyler düünüyorum bilmiyorum.
neyse sonra uyanıyoruz. saat 10a 10 var. sen 10 da gitmicek miydin?
düşündüm de.. 10 çok erken..


kahvaltı etmiyorum. her şeye bi bahane buluyorum. dişim acıyo. karnım ağrıyo. kek yiyorum genede biraz. sonra dolandım. uzandım. teknik olarak ne yaptım bilmiyorum. ama evden çıktığımda 12ye 5 vardı. metrobüse yürüdüm. bindiğimde 12:12 idi. sonra sonsuz bi yolculuk.

zeytinburnunda in. tramvaya bin. bütün bunları saygı duyulacak bi ritüelle yaptığımı bütün istanbul halkı kabul eder bence.

sonra tabi saat burda 1i geçmekteydi. öğrenci belgesi işi yatmıştı. tek plan sınava girmekti. yabancı dilleri bilmiyordum. sora sora bağdat bulunur felsefesini deli gibi özümsemiş biri olaraktan önüme gelen herkese yabancı diller fakültesi nerde diye sordum. herkes düz git ilerde sor gibi bi tepki verdi. derken bir adet sevimli gülümseyen bir bayan bulup klasik sorumu onada yönelttim.

-ay dont nov türkiş.
dedi. üzüldüm. ama gülümsedim. bana içinde bayzit gecen bi cümle kurdu. anlamadım sonra bayzit derken beyazıt demek istediğini kavrayıp ona hemen
go strait a heed. tur left. demeye hazırlanıyordum ki bana başka bi istikamet gösterdi. ay dont nov dis veey. but go streyt a heed diye tekrardan başladım. sevimli kızcağız ay nov ay nov dedi. okkay dedim. sonra bana insanların neden ingilizce bilmediğini sordu. ben de ay dont nov ingliş tuuu dedim. vay? dedi. okulda öğretmiyorlar mı dedi gözlerim doldu. eğitim sistemizin en zayıf noktasına barnak basmıştı ama kör olasıca eğitim sistemi bana dertlenicek kadar bile ingilizce öğretmemeişti ve ben doyasıya bu hanım kızımızla dertleşemeyecektim. halbuki vat is yorneym diyip akabinde. adının sonuna ciğim cığım takısı ekliyip saatlerce konuşmak isterdim.
ama sadece ver ar yu from diye sordum.
aym from iran dedi.
iran! ay layk iran dedim.
daha önce bulundun mu dedi.
yöö dedim.
vay yu ar in hiir dedim.
bişiler bişiler dedi tam anlamadım ama sanırım içinde shoping ve firends geçti. goodbyy siiiyuuu dedim. yoluma devam ettim.

derme çatma ara sokaklardan geçerek müştemilat gibi duran yabancı diller fakültesine ulaştım. adamın birinci öğretimler şu panoda ikinci öğretimler şu panoda anonsu aklıma titanicteki önden kadınlar ve çocuklar öncen kadınlar ve çocuklar anonsunu hatırıma getirdi. adımı buldum. b1 koridoru sınıf 8
gittim. içimden az evvel iranlı kızla praktiz yapmanın verdiği güveni yaşarken eğer muaf olamazsam her cumartesi buraya gelmek epeycene bi koyacaktı sanırım.
sınavın başlamasına 2 dakika kala suuu sınıfa geldi. su ile dün tanıştık.
kendisi robert kolejinden mezun olup boğaziçinde hazırlık atlamak suretiyle siyasetbilimi okumuş bi de gelmiş burda hukuk okuyacak tapılası bi şahsiyet. evet. ona hemen yanımı ayırdım. ne olur ne olmaz. evet belki de üniversite hayatıma daha da ötesi hukuk yaşantıma kopya ile başlıyacaktım. ahhahah.

kağıtlar dağıtıldı. aman yarabbi. üç kuruşluk ingilizcemle bile tey tey diye yapabileceğim güzüde bir sınav. evet 50 soru 25 yap geçersin mahabbeti. 10 dakikada verip çıkmak. eğer bi problem olur bi şey olurda kalırsam yemin ediyorum pılımı pırtımı toplar ankaraya döner koca beklerim. okumam.

çıktım. hedef taksim. sahaflar festivali. çok güzel ama gidiş nasıl olucak? bu güzel soruyu karşıma çıkan ilk adama soruyorum. bana tramvay tarfi ediyor. şu üç günlük istanbul geçmişimle bile biliyorum ki tramvay taksime gitmez. yine de kırmıyorum onu hatta gösterdiği yöne bile gidiyorum. sonra başak birine soruyorum. o tam ters yönü tarif ediyor koşulsuz güveniyorum. eminönünden gidersin diyor. tamam diyorum.
biraz daha yürüyorum. içimde kaybolmuşluk hissi. mutluluk veriyor bana gerginlik değil. özlediğim bir şey zira. ankarada yapamıyacağım bir şey.

bi adama eminönüne nasıl giderim diye soruyorum. geri dönmemi salık veriyor. hayır geri dönmek nefret ettiğim şey. peki ya taksime giden otobüslere onlara burdan nasıl giderim diyorum. ha düz devam et diyo. yolun sonundan dön orda bi daha soruver.

gidiyorum. dönüyorum. ahhaha kesin kayboldum. bi internet kafeye bi daha soruyorum.
-şu binayı görüyon mu?
-evet.
-onun yanından gir.
(orda yol yoktur. yanlış anladığımı düşünürüm)
-hangisi?
-şunu
-cami görüyorum.
-yanındaki.
-evet.
-tamam git yol var orda görecen.
...

evet yol değil patikanın 3te biri ebatında bir geçit. çok gizemli vuhuu. kediyle kaşılaşıyoruz. buralar benim mekan bebeğim önce ben geçerim diyor. eyvallah diyorum. ahahha gülüyorum sebepsiz. hava soğuk. üşüyorum. hırkanın önünü kavşturuyorum. kızılayın mario oynanan kızılayına taş çıkartacak yollardan geçiyorum. sonra caddeye varıyorum. durak!
otobüs geliyor. biniyorum. müze durağından binmişim. nerler hiç bilmiyorum. unkapanının önünden geçiyoruz ama. ahahha yok ankarada böyle yerler.

şok şok şok kampanya.
950 tl ye klip çekilir.

ahahha saatlerce gülmek istiyorum. otobüste kimse benimle aynı duyguları paylaşmıyor. haliç üstünden geçerken bu daha da belirginleşiyor. insanlar uyukluyor falan. lan lan lan denizin üstünden geçiyoruz diyip dürtmek geliyor içimden. ben istanbulu kanıksamak istemiyorum sanırım. en azından bi süre daha deniz görünce heyecan yapmak falan.

taksim sahaflar festivali düşündüğümdende büyük çıkıyor. iki kitap alıyorum. sonra geziyorum. sonra bi kitap daha alıyorum. adam indirim yapmak yerine dünyayı hediye edebilicek biri. bir kitap hediye ediyor. sonra bir adet büyük boy dolapvari bişey görüyorum. üstünde marlbora baskılı. hoşuma gidiyor. öylesine fiyatını soruyorum. 50 diyor. gözlerimi önüme indiriyorum. benim dğeil o aslında arkadaşın bana verdi sat diye. 30a kadar inerim diyor. temam diyorum. kitapta 10du. 40 tl veriyorum. sonra bana bir kaç kitap daha hadiye etmeye başlıyor. sonra elimde bir adet. marlbora dolabı ve 6 kitapla çıkıyorum. ahhahah. çok ağırlar. ama eğleniyorum.
meydana gidiyorum. heykelin orda oturuyorum. bi çay içesim var ama param yok. ahhahaha. son kuruşuma kadar harcamışım. neyseki akbilim var. akbil her şeydir.
2 sigara içiyorum. sonra kalkıyorum.
metro. mecidiyeköy.
metrobüs.

oturcak yer buluyorum neyseki. bu mutluluk verici. evet. tamam. bu da böyle bi anımdır.

not: o değil bu içinden konuşmalar bir gencin istanbul seyir defteri olursa ahahaha çok gülerim. olmaz ama. yapmam. gelen var gelemeyen var.

not2: çok fazla ahahahah diye gülüyorum. anti depresn kullanıyo olabilirim. ama emin değilim tam.

not3: yusuf atılgan geldi aklıma. o paragraf canlandı gözümde. "iyi hoş güzelde insnaın karnı hiç mi acıkmaz hiç mi çişi gelmez." gelmedi yusuf atılgancığım. gelmedi. bir kez olsun işemedim bu gün. anca eve gelince işedim. acıkmadım da. su bile içmedim koca gün inanır mısın? istanbul doyuruyor beni. ahahhaha. tamam.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...