19 Ekim 2011 Çarşamba

nevi şahsına münhasır saadet







"Günlerimiz olacak
Daha nice yıllarda.
Hep beraber seninle,
En güzel bir baharda,
Bir uzun yazda.
Günlerimiz...Kâh Adada, kâh Boğazda.
Kuytu bir yolda 

–bütün böğürtlen, kocayemiş –
Dudaklarımız birleşivermiş...
Akşam, Köprüüstü kalabalık,
Başın, omuzumda artık
Ufukta hilâl, gökte yıldızlar.
Günlerimiz olacak,
Mesut, bahtiyar."





Daha güzel bir mutluluk betimlemesi zor bulunur. "nevi şahsına münhasır saadet." iki yanağından öpüvermek istiyorum Ziya Osman Saba'nın. Ve bu hikayeleri oyunlaştıran istanbul şehir tiyatrolarına ise sevgilerimi yolluyorum. 


fotoğraf mühimdir. kanıttır. her ne kadar photoshop falan olsa da yine de değişmezdir diyeyim ben itiraz eden olmasın. donan andır. 


her şey unutulacak bir tek fotoğraflar kalacak...


uzun zamandır fotoğraf çektirmiyordum. kasıtlı bir şey değildi aslında. etrafımda deklanşöre basan biri yoktu ki gülümseyeyim. yoksa yaşadığıma dair kanıt bırakmama hesapları yapan mutsuzluğumu geride bırakmıştım. küstüm ve marlis ankaraya gittiğimde aramıza mercek sokarlarsa dondu geçmişim. onun dışında hiç kesintisiz ve delilsiz akıp geçti. ileride gençken de şöyleymişim diyeceğim çok fotoğrafım olmayacak muhtemelen. buna üzülüyor muydum? aslını söylemek gerekirse düşünmemiştim bunun üstünde.


ta ki bugün mesut insanlar fotoğrafhanesine gidene kadar. işin gerçek fotoğrafhanesinden daha sonra bahsedeceğim. önce oyuna değinmek istiyorum. tek kişilik -fotoğrafçıyı saymamaca yapmıyorum da öyle demek kolay geliyor dilime- zor, melankolik bir metine sahip yoğun bir oyundu. çocukluk, özlem, hayatla ilk merhabalaşma, ilk el sıkışma, ilk yanılma, pişmanlık, kıymet bilememe, yanılma... bir çok duyguyu içeren fotoğraflarla bezenmiş, köprü manzaralıydı. 
şarkılarla da kendini belli eden bir şey vardı ki Can Doğan'ın sesi ve sesini kullanışı. hiç nefessiz kalmadan, kesilmeden, anlaşılır ve akıcı bir şekilde o kadar uzun tiradlarla başa çıkmak açıkcası dilekolaygillerden. 
oyunda en çok sevdiğim son bölümdeki beyoğlunu ve ordaki dükkanları yaşatışıydı sanırım.


"Sanki bütün bu mağazalar, bütün şu insanlara, saadet satıyorlar."


bazen istiklalde yürürken o hengame, o hiç durmayan alışveriş. o "buakşamçekiliyorbuakşambuakşamcı milli piyangocu. kestanesatarkenmaşasıylatezgahınavuran seyyar, faldaiddalıyızcılar, greenpeaceci çocuklar, ingilizce kursu broşürü dağıtanlar, 2dakikanızvarmıcı anketörler... sanki hepsi geçmiş de sana "seni ne mutlu eder?" diye soruyor gibi. sen susmuşsunda "bu mu yoksa bu mu yoksa bu mu?" diye önünde defileye çıkmışlar gibi. 


ve arada bu anı donduran, en güzel tramvayın geçişini yakalamaya çalışan büyük haşmetli fotoğraf makinalarına sarılmış yerli olduğu halde yabancı ya da hepten yabancı turistler. hala fotoğrafını çekecek kadar farklı gören turistler. 


peki ya fotoğrafhaneler?
hangisi mesut insanlar fotoğrafhanesi bilmem. açıkcası ziyacığım kusura bakma ama ben senin gibi değilim. ben güveniyorum kendime. giderim gülümserim çektiririm fotoğrafımı. ben de saadetimi tespit ettiririm. notere şerh gibi bir şey zaten. hele de vitrine kondu mu mutlu halim. dediğin gibi. saltanatı hem benim mutluluğundan hem de benden uzun ömürlü olur muhtemelen. ama sen benim mutluluğumu kıskanır, çekemez, çıkarsın:


"Ben de pekala şu mesut insanların fotoğraflarını çıkarttıkları fotoğrafhanelerden birine girebilir, ben de mesudum, benim de resmimi çekebilirsiniz diyebilirim. Fotoğrafçı da itiraz edemez, sizin kimseniz yok, fotoğrafı ne yapacaksınız, diyemez. Sorarsa, elbette günün birinde benim de bir sevgilim olabilir. Sizin çekeceğiniz bu en güzel fotoğraf onun çantasının gizli bir köşesinde, güzel kokular içinde yatabilir, derim. "


bilirim. dersin. ne yaparım ondan sonra. nemli gözlerimi nereye saklarım. bir dakika derim. daha fotoğrafçı adam siyah örtüsünü başından atarak doğrulmadan, o terli ümitsiz bakışını bize göstermeden benim çok acil bir işim vardı der kaçarım. ikimiz için yaparım bunu. ben kendi gülümsemem daha büyük görünsün diye ikimizin resmini yan yana koyamam ki.


" Fakat şimdi niçin böyle uğraşıp duruyorum? Niçin kendi kendimi aldatmaya çalışıyorum? Benim asıl mesut zamanlarım ne oldu? Niçin asıl o zamanlar resim üzerine resim çıkartmadım? Niçin her hafta fotoğrafçıya uğramadık? Neden bugün buraya tek başıma geldim? "


not: mesut insanlar fotoğrafhanesine gidip bol bol fotoğraf çektirilmeli. 

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...