2 Mayıs 2012 Çarşamba

yeraltı-ndan çıka-mayan patatesler.

"hadi efendim iş cetvelle aritmetiğe dayanınca iki kere ikinin dört etmesinden başka çıkar yol olmazsa iradenin ne hükmü kalır? iradem karışmasa da iki kere iki dört ediyor. irade bu mu demek?
*
elbette şaka yapıyorum sayın okuyucularım...."

bu yeraltından notların özetidir.

"işi gücü bırak yeraltına git dostoyevski mezarından çıkmış valla koş"
bu da muratın yeraltını özetlemesidir.

geçen haftasonu gittim. gördüm, izledim. ama mezardan çıkmış dostoyevski göremedim.

öncelikle aşırı büyük bir beklentim olduğunu belirtmek isterim. budalayı okuduğum ve rüyamda mütemadiyen dostoyevski gördüğüm günlerde almıştım ben bu filmin hazırlık haberlerini. vavienden sonra engin günaydın'a ısınmış biri olarak oyuncu  ve yer seçimine bayılmıştım. ama çeşitli nedenlerle festivalde gitmemiş sonraya saklamıştım.

şimdi film serbest uyarlama şeklinde geçiyor. ama hem serbest uyarlama denmeyecek kadar bağımlı bir o kadar da havada. kitapta en çok sevdiğim bölümlerden biri olan omuz atma planlarının yapıldığı bölüm sanırım sırrı süreyya önderin oynadığı bölümlermiş. ben en çok o kısımlara heves etmiştim açıkcası. deli gibi ayarlamalar yapan. milimetrik hesaplar yapan. krokiler çizen, kafayı yemiş saplantılı ve panik bir muharrem görmek istemiştim. biz öyle bir muharrem görseydik. o zaman muharremin neden kendini kokladığını neden patatese bağlandığını, neden gündelikçiyle cinayet planları yaptığını, neden arkadaşlarına gününü göstermek için o yemeğe gittiğini ve dahası neden o fahişeye atarlandığını çok daha iyi anlardık. ama o sahneler bir takım sebeplerden ötürü komple çıkarılmış. onlarda muhtemelen benim hayalimdeki gibi olmayacaktı ama yine de görmek isterdim. hiç değilse muharremi bir çok konuda anlamamız çok daha kolaylaşırdı.

filmde en çok sevdiğim sahne yemek sahnesiydi tabiki, kitaptan bire bir denebilecek ölçüde alınmıştı. hele düşünsel ve gerçek arasındaki geçiş mükemmeldi. tekrara düşmemek adına şarap şişesini fırlatıp geri dönüş yapmamak için(ki kitapta tekrarlanıyor) muharremin şişeyle küçük el oyunu filmin tartışmasız en güzel yeriydi.
görsel açıdan doyurucu olan sahne fahişeyle gölgelerinin olduğu sahneydi. o kadın ne mükemmel bir kadındır ayrıca. o saçlarını tarayışı, pazarlayan erkek arkadaşını bekleyişi, çaresizliği... güzeldi. ama ben fahişeli sahneyi kitaptaki gibi beklerdim. orda muharrem kitaptaki gibi 4 5 sayfalık bütün gecenin nefretini kussun isterdim. o madrid otelde bütün geçmişini aklasın isterdim. o hırlama bütün bunlar için fazla masumdu denebilir. mesela ben muharremden kitaptaki gibi, seksi, yaptıktan sonra küçümsemesini beklerdim. bu onun ne kadar çelişkili olduğunu bize daha iyi anlatırdı.



"iki kere iki dört gene de çekilmez bir şey. iki kere ikinin dört etmesi bana sorarsanız küstahlıktır. iki kere ikinin dört etmesi ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen sağa sola tükürük atan bir külhan beyinin ta kendisidir. iki kere ikinin mükemmelliğine inanırım, ama en çok övülmesi gereken bir şey varsa o da iki kere ikinin beş etmesidir."

biz dostoyevskiyle bu iki kere iki mevzusuna çok takılmıştık bir ara. zeki bize eşlik etmedi. zeki daha kafkaesk düşündü. "değişim" dedi. bir insanın böceğe dönüşü değil, insanların, en yakınlarının böcek olan samsaya karşı değişimi dedi. tamam hani güzel de dedi. gündelikçi kadın mükemmeldi. sağda solda yazılar görüyorum, öyle devlet memuru bir adamın hizmetçisi olması pek bi rus işi olmuş. o olması gerekiyordu ve olabileceğinin en iyi şeklinde olmuş bence. baştaki çaresiz diyalog ve sondaki aniden gerilen hava. o anidenlik  ve arkasından gelen cinnet! düşündüğüm her şey düşündüğüm sırayla mükemmel bir sıralamayla kırıldı. ve tam beklediğim anda liza geldi. liza demişken. muharrem lizayı yeterince beklemedi. ve numarasını verdiğine pişman olmadı. (liza dediğim fahişemiz bu arada.) bunlar serbest uyarlamada mazur görülcek kısımlardır elbette ama bir yemek sahnesini çat diye koyuyorsan benim böyle bir beklentim olması normal bence.

yine de zeki demirkubuzun ellerine sağlık derken, budala'yı çekceği zaman bi görüşme yapmak isterim kendisiyle.

not: o iç ses hiç olmamış. iç ses olmasaymış demiyorum ama o sesin tonu ne engin günaydın, ne dostoyevski ne zeki demirkubuz, ne de muharrem, kimseye ait olmayan havadan bir iç sesti. vallahi ben içselleştiremedim. özellikle en güzel dertler o iç sesle anlatılmıştı beni direk filmden kopartan noktalar onlar oldu.

not:2 göz açma sahneleri uzun süre unutamayacağım nitelikte etkileyici sahnelerdi.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...