8 Şubat 2011 Salı

salı.

bugünü zaten günlerdir gözümde büyütüyorum.
sabah rüya içinde rüyalarla elifin "ipek, ipeek" diye seslenişiyle uyandım usul usul. "hadi kalk artık saat 10 oldu" dedi kalktım. gece çılgınlar gibi çalışmadık bunun yerine ya bu camide bulunan çocukların nüfusa tescili nasıl oluyor ki tartışması yaptık, araştırdık, soruşturduk ve "nüfus memuru atar." cevabına ulaştık.
evet nüfus memuru çocuğa bakıyor ve "lisede bir aşkım vardı.. gülnur.. ana adı o olsun. baba adı benimki, hasan ve bu çocuk da gülnurla bizim hiç doğmayacak çocuğumuz ahmet olsun ulan" gibi bir giriş gelişme ve snuç ile çocuğu uyduruveriyor.
ha beni annem babam uyduruyor onu nufus memuru uyduruyor.
çok bi fark mı pek sayılmaz. ama yine de acıklı yahu.

neyse medeni sınavı hakkında konuşmak istemiyorum. sınava girmeden uğur aradı buluşalım dedi tamam dedim. 5 buçuk taksim diye anlaştık.
erken çıktım tabiki sınavdan. uğuru aradım nerdesin?
-kızıla-ay aman taksim deyim.
-he bebeğim kızılay.. hey yarabbim. bekle geliyorum.
-nerden gelecen
-tünelden.
-tamam ordayım ben de.
-muck.
-muck.

özlemişim keretayı. bir süre sınav hakkında çemkirdim. anlayışla dinledi. sana göre değil zaten dedi. karnım aç dedi. ama ne istiyosun sorusuna tabikide şundan diyemedi. aylak aylak yürürken sinema önünde bulduk kendimizi. aşk tesadüfleri severe gitsek ya dedim.
burun kıvırdı.
sonra aa onun hakkında çok yorum var gidelim gidelim dedi. bugünün salı olduğunu deli gibi bilmeme rağmen beynim sınavdan sonra sildi sanıyorum. bilet alırken günün ne olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu. uğurun da yoktu. gişedeki kadına sorduk. dumur oldu. ahaha. kendinden şüphe etti.
"salı.. salı olması lazım" dedi sesi mücrim gibi titreyerek.
neyse biletleri aldık. sonra burger dedi koşa koşa burger da yemek yedik geldik film başladı...


filmi anlatacağım.
bu bir aşk tesadüfleri sever yazısı. buraya kadar olan kısım girizgah idi.
filmin ne kadar klişelerle dolu olduğunu ne kadar fransız esintisi taşıdığını bile bile gittim.
sadece şu replik için:
"sen hiç istanbula gidip de ankaraya dönen gördün mü hiç?"

filmi şu şekilde oluşturmuşlar muhtemelen. abi ipek diye bi kız var. bunun en büyük hayali oyuncu olmak. önce bunu bi basalım. iyice bunun kokusu çıksın. bekletelim bi kaç gün. sonra ilk-orta-lise ankarada okumuş olsun ama sonra basıp istanbula gitmiş olsun. heh bu da biraz dursun. suyunu salsın.
sonra rakı sevsin bu hatun. bir de tam ipek gibi yok ben sek içeyim desin. evet evet aynen böyle desin.
sonra bak şu tiyatro konusunda biraz daha şeedelim.
bence şinasi de olsun oyun. evet evet şinaside olsun ki daha bi etkili olsun.
ankarada hangi mekanlar olsun?
inn olsun, kıtır olsun. 312 olsun. kuğulu park, atakule ve botanik zaten allahın emri ankara sonuçta.
yeter sanki.
evet tamam verin fırına.
üstüne kaşar servise hazır.

"ankara'dan gelen için istanbul başkasının çocuğu gibidir. gülerken seversin, ağlayınca bırakıp gitmek istersin"

ilk yarısı izlenip çıkılabilir ama. 2. yarısı gereksiz klişe ve acıklı.
şarkı sahne kordinasyonu güzel olmakla beraber zaman zaman fazla kasıntı olmuş.
küçük detay detay diye ölünmüş.
ama fazla kurcalanmamalı bazı filmler. bu da öyle bir anı olsun diyilip geçilmeli. çok orjinal hayatımın filmi gibi bir şey arıyorsan black swan bekle. değil mi?

eve gidesim gelmedi çıkışta. bi yere oturduk. bu arada uğurda ağladı filmde. bir mahzunduk ikimizde.

-böyle filmler insanda mucize beklentisi yaratıyor
-ben inanmıyorum.
-neden?
-bilmiyorum belki doğru düzgün bir ilişkim olmadığından. bu yüzden belki tiyatroyu sevmiyorum, film izlemiyorum, kitap okumuyorum. mucizelere inanmadığım için.
-insanı mucizelere inandıran kitaplar ve filmlerdir ama. inandırmasa bile tohumu atan onlardır.


çok da mucize beklememeli insan. her öykü olay öyküsü değil neticide, sait faikçiğimin memduh şevketçiğimin kulakları çınlasın.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...