18 Şubat 2011 Cuma

Kars Günlükleri-1

Bütün huysuzluğumla uyandırıldım sabah. Saat 9 a geliyordu. Kahvaltı tekliflerini reddedip yorgana gömüldüm. Gelen hadi kalk/ gel/valiz hazırla/hazır mısın? Sorularına çoğu zaman tepkisiz kaldım. Sadece uykum yok/halsizim/ayakta duramıyorum/başım dönüyor gibi cümleler mırıldandım hızlı hızlı. Sabahları hızlı konuşmak konusunda kapasitemi epey bi zorluyorum.

İçeriden tabak çatal bıçak sesleri ve içinde adım geçen cümleler duyuldu.
Hala kalkmaya niyetim yok. Saat 10:30. Annem odama dalıyor. Eşyalarımı katlayıp valize koyuyor. Alıyorsun bunu dimi? Bakmadan hıhı diyorum. Yatakta hiç değilse oturma çabalarım bile boşa gidiyor. Tekrardan sızıyorum. Sonra 10:55 gibi gözlerimi tekrar açıyorum. Mutfağa gidip bir adet ağrı kesici alıyorum. Annem aç karnına ne işe yarayacak o diye çemkiriyor. Sükunetimi koruyorum. Odama gidip mızmızlanmaya devam ediyorum. Ablam geliyor. Kar pantolonu ve birkaç hırka daha valize tıkıştırıyor. Sonra valizi alıp kapının önüne götürüyor. Aslında sabahtan beri yaptığım her naz çok büyük bir hoşgörü ile karşılanıyor. Sadece evde sürekli ismimin sonuna “ciğim” eki eklenerek sık sık yankılanıyor. Ki “ciğim” eki çoğu zaman sinirimi bozar.

Bu sırada saat 11:30 oluyor. Bir nebze daha iyiyim. Ama yine mutsuzum. Yolda bir tane daha ağrı kesici yuvarlayıveriyorum. Uçak 13:30 da o insanı çileden çıkaran kontrollere maruz kalıyoruz. Sonra biraz bekleme ile uçağa alınıyoruz. Sabahki mutsuzluğum, huysuzluğum ve ağrılarım ablama geçmiş durumda. Kucağıma yatıyor. Ben de onun sırtında “Huzursuzluğun Kitabı”nın ilk sayfalarını yokluyorum. Sonra ben de sızıyorum. Tuhaf tuhaf rüyalar görüyorum. Uçağın tekerleğinin Kars’a sert inişi ile gözlerimi açıyorum.

Bizi alandan bir vito alıyor. “Sarıkamış’a gitmeden evvel bi karsı gezdirem” diyor. Tamam diyoruz. “İşte karsın ana caddesi” derken geçtiğimiz cadde bir tuhaf geliyor. Yanına arabalar yatay park etmiş tek yön bir cadde.
Adam büyük bir gururla sunuyor bize caddeyi. “Ruslar inşa etmiş bu şehri” diyor. “ondan kaldırımlar geniş geniş. Türkiyenin hiç bi yerinde bu kadar geniş kaldırım yok.” Diyor. Hakikaten geniş kaldırımlar. Rusların yaptığı binalara hayranlığı gizlemeye zaten gerek yok. Bizi gezdiren abi kiliselerin cami yapılmasından dert yanıyor. Öyle korunmalıydı diyor. “çoğusunu bozdular” diyerek derdini dile getiriyor.

Bir cami önünden geçerken “bura önce kiliseymiş, sonra sinema olmuş şimdi de cami” diyor. Gülüyorum kendimi tutamayarak.
Kars’ta sanki az evvel bir savaş bitmiş havası var. Böyle sanki birileri bize müsaade diyip kalkıp gitmiş. Geriye birkaç kişi kalmış. Sokakta belki havanın soğuğu yüzünde hiç kadın görmedim. Arabalar çoğunlukla 36 plaka ama yabancılarda epey var.

Bir kimsesizliği var şehrin. İnsanın içi burkuluyor. “Deli Deli Olma” geliyor aklıma. Ne güzel filmdi o. Hayalimdeki Kars aslında tam da öyleydi. Bulduğum Kars ise sanırım ondan da kimsesiz.
“Ucube”lere selam çakıyoruz sonra. 5 yıl önce yapılmış. Şehrin tepesinde dikililer. Barış ve sevgi amaçlı imiş. Lenslerim gözümde değildi ve pek yakınlaşmadık. Ondan tam göremedim. Yorumlarımı daha sonra yapacağım.
Sıra sıra gözüküp ortasında avlu olan evler en sevdiğim şehir planlaması. Dostoyevskinin romanlarında sık sık gördüğümüz bu avlular hızla geçtiğimiz sokaklarda bir kapı arkasında. Durmuyoruz tabi. Hızlı bir Kars turu yapıyoruz.
Kars alabildiğine beyaz. Güneş var batmak üzere. Yolda tilki görüyoruz. Yolların kimsesizliği ve beyazlığı biraz ürkütüyor aslında insanı.

Bir film gibi akıyor. Yol. Zaman. Beyaz insanın gözünü alıyor..

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...