16 Şubat 2011 Çarşamba

the fighter.


öncelikle biraz filme gitme macerasına değinmek istiyorum. berkayı dersaneden aldım. tenados'a gittik. biraz oturduktan sonra berkay "olum ben çok zenginim güzel film var mı sinemaya gidek" dedi. "var lan var" dedim. "oscar adayı film var ona gidek senin de az kültürün olsun" dedim. "o da hele hele hele ne olaki?" dedi. ben de "yürü yürü kalk kalk" dedim muhabbetimiz bu varoşlukta bir süre devam ederken kendimizi nesibenin sokağındaki sinema önünde bulduk. orda bir adet 19 seansında the fighter olmasına rağmen ben "yea atakuleye gidelim" diye sebepsiz yere tutturdum. berkay isyan etmedi. "tamam" dedi. yolda giderken midye aşerdim. midyeci aradık bulduk. midye yedim adeta yanımda küçük çocuğunu işeten ebeveyn gibi midye yememi bekledi. sonra "bitti mi?" dedi. "bitti" dedim. yolumuza devam ettik. atakuleye gittik. ve taa taaa! film yok. oynamıyor. içim burkuldu. hadi gel gel panoraya gidelim dedi. sevindim hadi dedim. ki bu sırada saat 18:33 idi.

otobüse binmemiz ile mızmızlanmam başladı.

"yetişemeyecez! vazgeçmeliydik. kesin yetişemeyecez. asla yetişemeyecez"

"ne demek yetişemicez. burdan yıldız 5 dakika ordan oran 10 dakika. ordan panora 5 dakika. ıııööö kaç dakika oldu? yetişiriz yetişiriz hem dana kadar reklam veriyolar. hiç mi sinemaya gitmedin."


bu diyaloğu 500 kere yaşıyarak panoraya vardık. 7'ye 5 vardı. koşar adım sinema katına çıktık. ben gişeye yönelmişkene berkay kolumdan tuttu dur bi şu ekrandan bakalım dedi. orda bir adet "155 dk" gördük. bu nokta önemli. "girmesek mi?" dedim. "2 saat 35 dakika ölürsek ya?" dedim. berkay bütün inancı bütün havayla "geldik buraya kadar! girecez" dedi başka bi şey demedim. gişeye uzandık. "the fighter 2 kişi" dedik. adam bize ekranı gösterdi neresi olsun dedi.

bir terslik vardı gösterdiği salonda dolu koltuk yoktu! dumur oldum. nasıl yani salon boş mu dedik boş dedi . "neresi olsun?" diye tekrarladı. "veriverin bi yer madem öyle farketmez" dedim. en arkanın bir önünü verdi bu arada 155 dakika gözümüzde büyüdükçe büyüdü.

salona girdik. tam adamın verdiği numaraya oturduk. fragmanlar aktı. black swan gelince çığlık attımç. buna da gidilmeli buna da dedim. sonra the king's speech çıktı. buna da buna da dedim. berkay bunlarda 155'er dakika ise söyle battaniye falan getirelim dedi. olamaz lan olamaz 155 dakika çok dedim. film başlamadan ipeke mesaj attım. yahu dedim bu film kaç dakika bakar mısın? 1 saat 55 dakika dedi yüreciğimize su serpildi bu sırada film başladı.


filmin konusu amerikayı yeni baştan keşfetmiyor. pek orjinal kurgu, aman tanrım böyle öykü görmedim diye bir şey yok. hatta bu filme çok benzer hırsları ve aile bağlarını içeren yüzücülük versiyonunu bir kaç bahar öncesinde izlemiştim ama maalesef filmin adı hatırımda yok. dvd lerime göz atma şansı bulduğumda belirtebilirim ancak. ayrıca film bir box filmi değil bunu da belirtmek de fayda var.
o değil dedikodulara göz atınca brad pitt çalınıyor kulağıma ama yoo yoo. brad pitt bu filme tamamen kendisinden bağımsız olaraktan fight club rüzgarları çağırırdı. senaryoda ya da görüntülerde iki benzer şey gören insanların çakma la bu demelerinden filmi de nasiplendirebilirdi. ondan bence olmaması isabetli olmuş.


filmde her şeyi şöyle bir kenara alan christian bale var. öncelikle oyunculuk kavramınından bahsetmek istiyorum. bence bir oyuncunun oyunculuğunun ölçütü tek bir film değildir. onun bir çok filminde gösterdiği farklı performansları ve o filmler için kendini hazırlamasıdır. ki bu konuda genel olarak brad pitt'i kayırırım. ama yıllardır üvey evlat muamelesi yaptığım christian bale bugün bana "ben de senin oğlun değil miyim?" (evet aslında tam o demedi ama neyse spoiler'a girer orası söylemem) dedi ve biz sarılıp kucaklaştık. terli terli kemikleri elime battı. yavrum sen böyle napıyorsun kendine, içim acıyor gel çorba iç sıcak sıcak dedim.
yazı içi not:bir kaç zaman sonra aynı tanımı natalie portman içinde yapacağım.

bu sene oscar'ın gideceği kişi kendisi olmalı bence. o role nasıl bir kaptırmadır. içselleştirmektir öyle diyor insan. özellikle filmin sonunda gerçek micky ve dicky çıktığında berkayın söylediği "lan yaşlandırmışlar mı bunları" lafı sanırım bir çok şeyi netleştirmekte..


filmde en çok bu kareyi sevdim sanırım. dicky'nin pırt diye fırlaması.
ayrıca bence filmde amy adams'a çirkinleştirme kürü uygulanmıştı. o ilk sahnedeki güzelliği yavaş yavaş soldu ne iş diyemedik.



bura ağır spoiler--

bir de ben nedense film kötü sonla bitecek diye inandırmıştım kendimi. mutlu son olunca. bi şey oldum ister istemez. "manyak mıdır nedir mutsuz sonu napacan" diye ben de diyorum kendi kendime. ama işte bu ara kendi kafamda yazdığım şeylere pek bi inanıyorum.



not: yahu ben Mark Wahlberg'ın hakkını yemiş gibi oldum. o da hoştu da dediğim gibi christian bale her şeyi elinin tersiyle bir kenara attı.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...