26 Aralık 2010 Pazar

kerem gibi

hava kurşun gibi ağır..

böyle başladı.
bu adam hakkında söyleyebileceklerim o kadar az ki. ne kadar cümleye başlasam sonu hep aynı durakta nefesleniyor. hayranlık!
oyun sonu'na götürmüştü küstüm beni. hafif sıkılarak gitmiştim. nokia 7650im vardı o zamanlar. fidanla fotoğraflarını çekmiştim. böyle bi düşününce epey olmuş sanki.
sonra yine fidan tutup marx'ın dönüşüne götürmüştü. burda bir şeyler alevlenmeye başlamıştır.
sonra pazar:bir ticaret filmi derken bu adam beni ciddi ciddi etkiler oldu.
ve en son bugün kerem gibi..

bugün sahnede kim vardı bilmiyorum aslında.
nerde nazım hikmet başladı nerde genco erkal sözü aldı. o kadar karıştı ki.
bunu genco erkal muhteşem bir oyuncu olduğu için mi başardı yoksa nazım hikmeti bu kadar iyi özümsediği için mi kestirmek çok zor.
ama karşımızdaki adam o şiirlerin hepsini sanki o anda yazıyormuş gibi okudu. ki bu da bütün oyun boyunca tüylerimin diken diken olmasına yetti de arttı.
tiyatronun benim için olan büyüsünden bahsetmek sanıyorum ki vakit kaybı.
ama böyle mükemmel oyuncuları izlerken yaşadığım duyguları ise anlatmaya kelime yetmiyor sanırım. o koltukta otururken öyle tuhaf oluyorum ki sanki spot ışığı benim yüzüme vuruyor gibi. sanki benim kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor sanki herkes bana bakıyormuş gibi hissediyorum.

nazımın şiirleri arka perdedeki görüntülerle insanı bambaşka yerlere götürdü oyun boyunca.
kurtuluş savaşı-küba devrimi-hiroşima-nagazaki-moskova-varna..

oyunda (ki aslında oyun demek ne kadar doğru tam bilemedim) "en çok etkilendiğim yer" cümlesi kullanmak pek mümkün değil. bir bıçakla ayırmak neredeyse imkansız. ama boğazımda en çok bir şeylerin düğüm düğüm olduğu fasıl sanıyorum ki hiroşima kısmı idi.

burdan benzer görüntüleri görebilirsiniz. ve tabi öncesinde nazımın sesinden hiroşima şiiri ile ama nasıl görüntülerle karşılaşacağınızı tavvur edemiyorsanız. bence bakmayın.
genco erkalın burada söylediği şiir ise japon balıkçısı idi.

"balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil,
ağır ağır,
etleri çürür,
dağılır,
balık tuttuk, yiyen ölür. "

insan bazen bazı şeyleri görmedi mi daha mutlu değil mi? görünce dayanamıyor zira.


"1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış Madalyasının bana verilmesiniverdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Prag’dan Havana'ya"

nazımın bilmediğim ne çok şiiri varmış dedim. bi ara fidandan nazım hikmet bütün şiirleri kitabını aşırmalı.

yaşamak şiirinden bahsetmeyeceğim. o mükemmel şiiri genco tabiki de harcamadan insanın ağzında bal tadı bırakarak okudu.

aslında sanırım bunu yazının en başında yazsam daha iyiydi ama ne dinliyorsunuz beni! gidin ve görün bu oyunu. o kadar bambaşka bi yere götürüyor ki insanı.

--
başka bir şeyden bahsedicem ben.

Nazım'ın şiirlerinden
uyarlayan-yöneten-oynayan:
GENCO ERKAL

yanına gitmek istedim.
"sevgili genco erkal rica etsem. sahnenizde bana da bir rol biçer misiniz? siz yönetin beni.
mesela sizin sahneye yerleştirdiğiniz bir masa olayım bütün oyun boyunca.
veyahut bir lamba. hakikaten farketmez. sizin yönettiğiniz bir oyunda bir kaç saatlik sizin oyuncunuz olayım "
demek istedim. tabi mümkün olmadı. toparlayamadım kafamda. ama hakikaten çok demek isterdim.
öylesine o sahnede yönetilen olabilmek tadına doyulmayacak bir şey olsa gerek.

1 yorum:

beenmaya dedi ki...

eğer yazmak isterseniz bir miminiz var :)))


http://beenmaya.blogspot.com/2010/12/valizdeki-mektup.html

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...