25 Aralık 2010 Cumartesi

gece masalları..

Söndüreli epey olmuştu aslında çayın altını. Yine de son bir bardak istedi canım. Saat ilerlemişti. Çay içme adetim yoktu böyle bardak bardak. Hatta bir arkadaşım çok içer diye kızardım vakti zamanında. Epeyce serinlemiş çayı bardağıma süzdüm koydum. Şekere uzandı elim. Ben şekerden vazgeçeli çok olmuştu, bıraktım. Işığı kapattım. Tam mutfaktan çıkacakken, kararmış şehre bir bakasım geldi. Pencereye yürüdüm. Gecenin geç vaktiydi. Saat 2’yi vurdu vuracak gibiydi. Kimseler yoktu dışarıda. Herkes perdelerini sıkı sıkı örtmüştü. Bir bacalar tüttürüyordu bu gece. Sebepsiz kıskandım. Gökyüzü her zamanki gibi kapalıydı. Hatta bir sokak lambasının ışığında damlaların ince ince geçtiğini fark ettim. Aldırmadım. Olurdu böyle şeyler. Yağmur zaten onun gelmesine engel değildi.
Sahi, evet ben yine onu bekliyordum.

Odama geçtiğimde bir rüzgâr uğultusu karşıladı beni. Evin bu cephesinde daha yoğunmuş sanki yağmur. Serseri bir çocuk gibi ıslık çalıyordu rüzgâr. Biri dolanıyordu sanki evde. Hayır, daha çayım bitmedi o gelmiş olamaz.

Loş odamda masama doğru yürüdüm. Lambanın sarı ışığında kitabımı okumaya başladım. Bu sırada saat 2’yi vurdu. Az kalmıştı. Çayın soğuk olması şüphesiz içimini kolay kılan şeydi. Kitabın daha 3. sayfasına varmadan tükendi. Damlalar ısrarla penceremi vurmaya başladı. Sanki biri beni dışarı çağırıyordu. Ama olmaz gidemezdim. Beklediğim vardı. Bir süre daha çaysız devam ettim kitabıma. 10 sayfa ya okudum ya okumadım hızla bir kapının çarptığını duydum. Benim evimden değildi bu ses, hatta bu apartmandan bile olmayabilir. Onun kapısıydı belki de, evet geliyordu.

Kitap ayracını kaldığım sayfaya yerleştirip kitabı kapattım. Geceliğimi giyip ışığı söndürdüm. Yatağın serinliği içimi ürpertti. Çoraplarımı özledim.

Perdelerimi kapatmıyordum nicedir. Pencereye vuran yağmur damlalarının gölgeleri karşı duvarda adeta bir oyun oynuyordu. Bu oyun beni eğlendirmiyordu. Aksine günlerden beri ilk defa korkuyordum. Islığını düşürdü rüzgar. Uğultusunu kesti. Sadece pıtır pıtır yağmur sesi geliyordu. Huzurlu ama biraz gergin. Derken bir şişenin yuvarlandığını duydum. Yokuşun başında bir sarhoşun ayağı çarpmıştı belki de, hayır hiçbir sarhoş bu havada bu saatte dışarı çıkacak kadar şuurunu yitirmiş olamaz. Peki ya bir evsiz? Bir evsizin ayağının çarptığını düşünebilirim ama bu da rüzgârın işi ise, o kadar mazur görmeye niyetim yok. Tanrım! Ne uzun bir yokuş ve sürükleniş. Bir yere çarpıp kırılma zamanı gelmiş olmalıydı çoktan. Ve kırılma sesi gerçekten beni ilgilendirmezdi. Ama ısrarla devam ediyordu şişe yuvarlanmaya. Bir sonsuzluktan gelip sonsuza gidiyordu sanki ama hiç uzaklaşmıyordu.

Bir anda kapımın aralandığını hissettim. Evet gelmişti. Gözlerimi kapattım. Onu görmeye dayanamıyordum çünkü. Bir anda şişeyi onun devirmiş olabileceğini düşündüm. Yatağıma doğru yaklaştı, şişe devirlerini biraz daha acele atmaya başladı.

Derin bir soluk aldığını hissettim ve bıçağını usulca çıkardığını duydum. Sağ tarafıma doğru sapladı ilkin. Sol tarafıma saplaması konusunda anlaşmıştık daha önce. Ama bu seferde fazla sağa kaçmıştı ve bunun beni öldürmeye yetmeyeceği apaçıktı. Biraz daha ortaladı. İsabet ettiği yerin altında bir tıp öğrencisine sorarsak belki de karaciğer vardı. Gözlerimi açtım istemsiz, Baktım. Ne de çirkindi! Yaptığı işten zevk alır hali yoktu. Memnuniyetsiz de sayılmazdı gerçi. İşini yapıyor olmak için yapıyordu bu kesin. Hiçbir zaman bana güler yüz göstermedi zaten. Belki de işinden ötürüdür. Hâlbuki sabah beni doğuracak olan güneş mevsim ne olursa olsun içimi ısıtmayı başarırdı. Geceleri bu cinayet görevini biraz daha sevecen yapsın diye ay dedeye vermeyi çok istemiştim, hiç değilse güneşten gördüğü güler yüzü yansıtır diye ancak o da bir var bir yok biliyorsunuz, kendine hayrı yok.

Bu işi yapan az kaldı zaten. Katilimi kızdırmak istemem. Hem onun bu çirkinliğini bile seviyorum sanırım. Her yer kan oluyor. Kıpkırmızı geceliğim. Yatağım. Eskiden uyuduğumda gelirdi. O zaman daha kolay olurdu belki ama artık o gelmeden uyuyamıyorum ben. Başımı kollarına alıyor. Son bir kez daha saplıyor bıçağı bu sefer kalbime, çok yakına geliyor. Kızıyorum biraz. Mahcup oluyor. Kesik bir nefes alıyorum. Başımı yastığa bırakıyor. Üstümü örtüyor.
Ben uyuyorum. Bir gece daha gündüzünde dirilmek için ölüyorum.
Rüya görüyorum. Rüyamda bir şişe duvara hızla çarpıyor, ama ne hikmetse kırılmıyor. Mealini yarın sabah komşulara sormalı.

1 yorum:

beenmaya dedi ki...

"uyku küçük ölümdür derler. nedenini, nasılını sorgulamaz insan" diye okumuştum bir kitapta...

bu gece masalını okuyunca o geldi aklıma...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...