8 Aralık 2010 Çarşamba

bu bir noluyoruz lan yazısıdır.

bazen bazı olaylar dokunuyor.
gazetede ya da televizyonda gördüğüm. kimi kandırıyorum televizyon izlediğim mi var kulaktan duyduğum bir şeyler. bir afiş. bir kare. bir görüntü. bir ilan. bir an.
kanımı donduruyor.
öyle ki hiç bir şey yapamıyorum.
çünkü hiç bir şey yapamayacak kadar muhalif bir insanım.
ama bütün bunlar beni izaç etmiyor mu ediyor. içimde kıpırdanmıyor mu kıpıdanıyor. ama hiç bir şeyi savunamıyorum. çünkü karşıma biri geçip de bir şey savunmaya başladığında yaptığım ilk şey ona hak vermek yerine onun sözünü ama bi dakka bak bi de şöyle şöyle şöyle bir şeyler daha var diye kesmek oluyor.
bir yere ait olamama şeysinden hep.
giderim aklım kalır hikayeside bununla temelleniyor aslen.

özgürlük kavramı kafamda parandeler atıyor mesela. ütopyalar ve distopyalar kafamda uçuşuyor. mükemmeli sistemi kurup da birine götürdüğümde e insanları nereye koyuyoruz burda cevabını alıyorum. ee ööö üü şöyle aaa ben unutmuşum onu. aman insanda olmayı versin canım falan diyorum. sen nesin o zaman it cevabı(sorusu) ise beni derin kederlere gark ediyor.

ne dertlerim var değil mi ama benim de. omzunuzu uzatsanız en aşşa bi saat ağlarım. aralıksız. 10 dakikada bir de konu değiştiririm. 6 konu banko yani. asgari diyorum bak. mesela kaybettiklerime yanarım saatlerce. bütün bunları düşünürken okulun kapısından çıkmıştım çoktan. çantalarınızı açın söylemleri arasından. kimi kimden nasıl koruduğunu bilemeyen bir baba gibi aslında herşey. babalar hep iyi niyetli midir? bu konuya burda değinmeyeceğim tabiki.
her neyse. güvercinlerin oraya daldığımda insanların fotoğraf çektiklerini gördüm. birinin kadrajına bile girmiş olabilirim. hızlı adımlarım vardı ama neyseki. net çıkmamıştır bence. kırmızı bir silüet. gayet gizemli. adımlarım düşünen insan adımı değildi kesinlikle. acelesi var adımıydı. ama bu sırada aa ben de kırmızı bi palto istiyorum dedi kızın teki. insanlara böyle esin kaynağı olmak istemezdim. başka şeyler uyandırmak isterdim. ama insanların algısı hep başka değil mi? mesela keşke tokamı görseydi. tokamı da çok severdi bence. bir de elimdeki kitaba bakacak kadar vakti olsaydı. aa ben de okudum bunu deseydi. ve ben dur dur sakın söyleme ben okuyayım sonra tartışalım deseydim mesela.

bazen kendimi fazlasıyla iki yüzlü ve riyakar buluyorum. bi insan kendi kendini böyle buluyorsa işi bitmiştir bence. bütün bu küçük burjuvalık oyunundan çıkma zihinsel jimlastiğine rağmen merdivenlerden inip hareket amirliğine gidiyorum mesela.
kelebekli bir broş geldi mi?
ne boş bir ümit değil mi?
gelse de adam alır onu kızına karısına manitasına verir yani. ne bekletsin değil mi?
hem zaten hangi takıntılı, obsesif, manyak (anlatım bozukluklarının bini bir paraydı dayanamadım aldım) bir broşun peşinde koşarki. peşinden koşmak demişken.. bu ara o kadar çok koşuyorum ki yoruluyorum. ve bu boş bir koşu aslında.
yok diyor adam tabiki de.
yok.
ya ne olacağdı?
var diyip sonra kötü adam kahkahası atıp inandı mal demiş gibi hissettim ama ben. bi an için. bi an için inandı mal çünkü..
bi an için her şey inanılmaya müsait.

başka şeylerden bahsedelim ama.
mesela ben neden hep tramvayı kaçırıyorum?
neden hep ben geldiğimde gidiyor oluyor?
o tramvayla neleri kaçırdığımı düşünecek kadar melankolikleşelim bi akşam bana gelmez miydiniz? gelirken karşı bakkaldan da bir şişe şarap alır mısınız? uzuun uzadıya tartışır hatta belki tesadüfün böylesi filmini izleriz sizinle. bir de onu tartışırız. ne dersiniz hoş olmaz mı?

tam kaçırma değil aslında bu. asıl kaçırma akbili basıp tam koşacakken dıııt sesini duymak ve o kapıların tıslayarak kapanma anını izleyebilmek. tramvay içindekiler öyle acıyarak bakıyor ki. en çok o bakış beni yıpratıyor.
bir de tramvay kullananlar bilir. kapıların üstünde sarı bir buton var. kapı kapanmışsada gidip ona basıp açabiliyorsunuz ve binebiliyorsunuz aslında tren hareket etmedikçe.
ama ben o butona basma zamanını bir türlü bilemiyorum.
ben basınca hiç açılmıyor. ben bastığımda çoktan kapı kapanma sinyali çalmış oluyor.
bilirsiniz o anonsu:

"Sayın yolcularımız kapı kapanma sinyalini duyduktan sonra lütfen trenlere binmeye çalışmayınız, tren kapılarına müdahale etmeyiniz, müdahale eden yolcularımızı lütfen uyarınız”

ankaradada aynı böyle.ben hep kapı kapanma sinyalini duyduktan sonra yetiştim hep. o kadar sonraydı ki yetişmem sinyali bile ben duymadım aslında. o yüzden o kadar aptal bi duruma düştüm. duysam ben de yapmazdım. zorlamazdım. zira bilirim. bazı şeyler olmayınca olmuyor değil mi?

konu nerden nerelere geldi değil mi?
daha fazla uzatasım var aslında. son bir kaç gün içinde yaşadığım çemkirme diyaloglarından dem vurup derin analizler yapasım. kendi kendimin ağzına bir kaç posta sıçasım var ama yapmayacağım. malum.
son üç gün. cumartesi vize.
ve o değil de benim notlar nerde cümleleri yine dilimde.

2 yorum:

beenmaya dedi ki...

yazdıklarını okuyan, okumayı seven biri olarak belki de haddim olmadan bir şey söylemek istiyorum. gerçekten zorlanıyorum okurken. tema renginle yazı rengin gözlerimi çok yoruyor ve gerçekten zorlanıyorum. tamam belki yaşlanmış olabilirim artık ama ben seni daha rahat okumak istiyorum :)))

kırmızı dedi ki...

sadeleşme hareketleri?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...