20 Nisan 2011 Çarşamba

ne kaldı geriye

--uyarı

bu yazıyı şu fonla okuyabilirsiniz. zira ben bu fonla yazdım. hatta kimi zaman burdan cümleler çaldım. iliştirdim yazının orasına burasına. ---

Nasıl olmuştu da aklımı hemencecik çelivermişti hiç anlayamadım. Şimdi bile o zamanlar ki deli aklıma şaşarım. Beni bekleyen hayır ya da şer, her şeyi onun uzattığı sıcak ele, kara göze koşarken teptiğimi bilsem belki yine de aynı şeyleri yapardım.

Bizim oralarda pek yaş hesabı yoktur. Babam beni biriyle evereceği zamanlardı.- tahminen 15-16 yaşındaydım- köyün güzellerindendim. Ne yalan söyleyeyim, bizim oralarda siyah saç herkeste vardı da hiçbiri benimki gibi değildi. Hiç birinin dalgalanmasına benzemezdi benim saçımın kıvrımı. Bakmayın şimdi aklar düşmüş, yıpranmış. 15-16 yaşım diyorum…

Nerde gördü beni, ben nerde gördüm onu? Ansızın çıkıverdi sanki. Ve ben doğduğumdan beri biliyormuşum gibi oldum onu. Hani bazı türküler vardır, sözleri sanki hepten ezberinizdeymiş gibi olur. Öyle bir şeydi o. Hiçbir şey söylemeden, tek laf etmeden kalbimi alıvermişti. Hala daha bilmem o mu kalbimi çaldı yoksa ben mi teslim ettim.

Bir büyük ablamda evlendikten sonra benim evlenme zamanım gelmişti artık. Görücülerin gelişinin sıklaştığı zamanlardı. Köyde her kızın yaşadığı heyecanlardı bunlar. Bir yandan korkuyor, bir yandan da olacak olanları tam anlayamamanın cahilliğiyle oyun sanıyordum. Gelenlere kahve yapıyor, adettendir diye göz süzüyordum. O zamanlarmış işte. Bizim evin dolup taştığı zamanlar ona haber uçurmuş komşu kızı. Deli olmuş İbram. Birine yar olurum diye ödü kopmuş. Hemen koşmuş gelmiş bizim evin önüne. Çıkmam yasak o zaman evden. Anca görücüler geldiği vakit kahve pişirmeye mutfaktan salona süzülüyorum. Belki bir umut dışarı çıkarım diye 4 gün beklemiş kapıda. Komşudan bir şey lazım olduydu da o gün ondan çıkmıştım. Yolumu kesti bir anda. Biri görecek diye yüreğim öyle çarpmıştı ki. Nefes bile alamıyordum sanki. Heyecanım sırf biri görür diye değildi elbet. İlk defa öyle yakındık. Kaşları çatıktı. Sinirliydi sanki bana. Neye sinirlenirdi ki? Benim kabahatim mi? Tuttu elimi bir anda. “Gidiyoruz.” dedi. “Nereye” bile diyemedim. Elimin onun avuçlarındayken, ruhumun çoktan onla olduğunu fark ettim. Hiçbir şey demeden saatlerce gittik. O an anladım. Deliydi İbram. Ne kadar gittik bilmem. Bir anda durdurdu arabasını. “Benimle evlenir misin?“ dedi. Ne denir bilemedim hiç. Daha evvel kimse bana böyle bir şey sormamıştı. Hem bana ne söz düşerdi. Böyle şeylere karar vermek bana göre değildi. Babamındım ben. O ne uygun görürseydi hep.

Gözlerime çok başka bakıyordu. Gören kavgalıyız sanırdı. Utanıyordum hem. Hem sanki pişman gibiydim. Her şeyimi bırakmıştım. Bu tanımadığım adamla işim de neydi? Annem, babam, amcalarım bu yaptığımı görse, duysa halim ne olur? Sustum. Hiçbir şey diyemedim. O ise ısrarla bakıyordu bana. Bir an da ağzımda “Beni dövmezsin ya?” çıktı. Nasıl çıktı bilmem. O çatık kaşlı kara gözlü adam bir anda gülmeye başladı. Öyle bir gülüyordu ki, korkum geçti. Ben de gülmeye başladım. Kocanın hayırlısı dövmeyendir derlerdi hep. Gerisi hep aynıymış. Ondan Gülsever abla dediydi. Gülmesi bitince alaycı edayla, “Dövmem” dedi. “Başka bir şartın?” Diyemedim daha bir şey. Utanarak başımı önüme eğdim. O gece imam nikâhıyla evlendik. Abisinden başka kimsesi yokmuş. Abisiyle de babaları bir, anaları ayrıymış. O daha küçükken hepsi göçüp gitmiş bu dünyadan. Bir ona hem babalık hem analık yapan abisi kalmış.

O gece abisinde yattık. Mehmet ağabey geniş gönüllü, babacan, yürekten bir adam. Karısı Fatma’yla hemencecik can yoldaşlığı yaptık. Onu bile daha tanımıyorken abisini, yengesini kolayca sevdim. Nasıl oluyordu bunlar? Ertesi gün babamlara el öpmeye gelmek istediğimizi haber ettim. Babam “Öyle kızım yok gelirse vururum” demiş, korktum. Köyün yakınından bile geçemedim.

Mehmet ağabey tarlaların en verimlisini bize vermiş. Bir ev yapıverdik kısa sürede. Bahçesi ne güzeldi, ne güzel ağaçlar vardı… “Çok büyük değil şimdilik idare edersiniz” dediklerinde İbram bana bakıp “Çocuklar gelince büyütmek gerek tabi” diyince nasıl kızardım bilemedim. Daha kaç gün olmuştu hayatıma gireli. 14 gün içinde hayatım değişmişti. Hiç tanımadığım insanlar ailem olmuş, öz ailem el..

Hiç pişman olmadım İbram’a kaçışımdan. Hep memnundum halimden. İçim ona bakınca hep ısınırdı. Sebepsiz yere gülümserdim. O çıkıp geldi mi güneş doğardı sanki. Tarlayı işlemek gerek dedi Mehmet ağabey. Canla başla uğraştık. Temizledik, çapa yaptık, ektik... Hiç ayrı gayrı demeden, ikimizin teriyle suladık. Gün geldi hiç ayrılmadık. Sanki tarla çocuğumuzmuş da ayrılırsak arkamızdan ağlayacakmış gibi hissettik. Bazı geceler bir ağacın dibinde sarıldık uyuduk.

Hasat vaktinde olsun, bol olsun diye hep beraber dua ettik yağmur yağsın dedik ellerimizi açıp. Emeğimizi hep beraber topladık. An olsun ayrılmadık. Hep el ele olduk.

İlk kışımızın ortasında doğru gebe olduğumu öğrendim. İlkin ne utandım. Diyemedim. Sonra ağlayarak konuştum İbram’a. Kızar sandım. Havalara uçtu. O sevindikçe ağladım. Nedenini sordu hiç bilmezmiş gibi. “Hasat zamanı nasıl çalışırım o halde İbram? İkinci seferde seni yarı yolda bıraktım.” Dedim. Kızar gibi oldu. “Sen en güzel meyvemizi büyüteceksin karnında.” dedi. Sarıldı. Gözlerimden öptü yaşlarımı sildi. En mutlu anımdı belki de.

“Sen bana bu mutlu haberi verdin ya, ben bütün yaz ikimiz gücünde çalışırım, en bol ürünü getiririm.” Dedi. Öyle duygulanmıştım ki. Hiçbir şey diyemiyordum. Daha da seviyordum İbram’ı. Sevgi nedir bilmeden sevmiştim ya, sevgi nedir anlıyordum.

Dediği gibi olduydu da o yaz. İbram ikimiz yerine çalıştı. Karnım el verdikçe hep yardım ettim, o hep beni bir yere oturtma çalışırdı, kıyamaz, bir şey olacak diye ödü kopardı. Evvelki seneden de bol ürün olmuştu. Herkes çocuğun kısmetliliğine yormuştu. İbram ivedilikle satıp geldi. Çocuğa lazım olan olmayan birçok şey aldı o parayla. Daha o zamandan küçüğümüzün bir sürü oyuncağı olmuştu. Bana da bir entari getirmişti. Sarıçiçekli, kırmızı. Giydiğimde ilk hayran hayran baktı. Sonra bir anda nevri döndü, sinirlendi. “Giymek yok bunu.” dedi. “Bununla dışarı çıkamazsın.” Saatlerce surat astı bir köşede. Ben de ağladım. Sonra geldi sarıldı. Beni çok kıskandığını söyledi. Hep evde giydim bende entarimi. O geleceği vakitler giydim. O yoksa, kırmızı entari hep dolaptaydı. Hem sonra karnım büyüdükçe olmuyordu da.

Sonbaharda sancılarım tutmuştu. Bilemezdim böyle acılar. Ben bağırıyordum, İbram ağlıyordu. Elimi sımsıkı tutuyordu. Ebe kadın gelip onu kovmasa daha da gideceği yoktu. Ben ne kadar bağırdıysam o da o kadar acıdı bilirim. Ta bir oğlan doğurduğumu duyana kadar, yüreği ağzında beklemiştir. Oğlumuzu kucağına aldığında yüzünü görmedim ama benim yanıma geldiğindeki şaşkınlık hala o zamandan kalmıştır heral. Öyle masum, öyle ne yapacağını bilmez tutuyordu ki. Yatağa yanıma bıraktı sonra. Paniklemiş gibiydi sanki. Benim de ondan farkım yoktu ya. Bir oyun sandığımız evliliğe bir kişi daha eklenmişti.

Hiç heyecanımızı yitirmezken biz zaman geçti. 9 hasat zamanı geldi, 9 kere ürün topladık. Hep beraber heyecanlandık, İbramla hiç ayrılmadık. Ona bir oğlan çocuğu daha verdim. Torunlarını göstermeye diye babamlara gideyim dedim. Torunlarına anneanne-dede sevgisini bile çok gördüler. Ben de öldü dedim oğullarıma. İkisi de birbirinden zekiydi. Küçük olan daha yaramazdı. İbram ikisini de okutmak istiyordu. Çok düşkündü çocuklarına.

Bu sırada Mehmet ağabeyle Fatma ablagilinde 3 çocuğu olmuştu. İkisi kız biri oğlan. Mehmet ağabey taşımacıkla uğraşıyordu. Bazen işi gereği geceleri olmuyordu. Arada çocuklar ve Fatma abla korkmasın diye İbram Mehmet ağabeyin olmadığı geceler bize getiriyordu onları. Bazen İbram gidiyordu. “Senin oğlanların var korur onlar seni” diyordu. Gülüp geçiyorduk. O anlarda özlemden gayri ne gelirdi ki aklıma.

Büyük oğlumun okula başlama zamanıydı. Siyah önlük ne de yakışmıştı. Her sabah İbram bırakıyordu onu okula. Oğulları okusun da..

Bir gece İbram “Oğlanı yarın sen götür” dedi. İkinci oğlumuzun da okula başladığı seneydi herhalde. Garipsedim ama nedendir sormak gelmedi hiç aklıma. “Yokum birkaç gün beni merak etmeyesin” dedi çekti gitti. İlk defa böyle bir şey yapıyordu. Erkek işine karışılmaz derdi ya anam ondan pek ses etmedim. Bu birkaç kez daha böyle tekrarladı. İkinci oğlan 3. sınıftaydı, hepten ben götürür olmuştum. Gocunduğumdan değil, benim oğullarım, yavrularım götürmek yük olur mu hiç? Ama onun bu gidişleri, ansızın... Artık merak etme bile demeden ansızın gitmeleri, yokluğu… Dayanılır gibi değildi. Elini tutmaya kalksam çekiyordu, sanki bir yarası vardı da, görürüm diye korkuyor, kaçıyordu benden uzaklaşıyordu. Kimi zaman 1 hafta tek laf etmemiş oluyorduk. Kayıp gidiyordu sanki avucumun içinden eli, tutamıyordum. Beğenmiyordu belki beni artık. Konuşsam ne fayda… Hem gün geçtikçe daha da çabuk sinirlenir oluyordu. İlk zamanlar ki İbram sanki yoktu artık. Olur olmadık şeylere kızmaya bağırmaya, hem benim hem de çocukların kalbini kırmaya başlamıştı.

Bir ay daha böyle devam etti etmedi, fena haber bize ulaştı. Mehmet ağabey bir nakliye işinde kaza geçirmiş kurtulamamıştı. Bunun üstüne İbram, Fatma ve çocukların bize taşınmasını uygun gördü. Hemen kabul ettim. Fatma’yı hep çok sevmiştim zaten kardeşim gibi... Çocuklar da çocuklarımla arkadaş olur büyür sandım. Gençtim daha… Hiçbir şeyden habersiz…

Bir kaç zaman daha geçti böyle Fatma’da bir haller vardı. Eskisi gibi değildik sanki. Acısına yordum ilkin. Acısı taze dedim, erini yitirdi dedim. Üstüne varmayayım dedim. Ama o gittikçe hırçınlaştı sanki. İbramsa daha az çıkıyordu evden, Ama yine eskisi gibi değildi. Çok başka biriydi sanki. Ne kadar zaman geçti bilmem, bir gün İbram “Fatma’yla şehre gidicez” dedi. “Ağabeyimle ilgili” dedi, kurcalamadım. 3 gün sonra döndüler. İkisi de çok garipti. İbram’ın üç tarafı duvardı gene, bir açık yanı da hiç bana bakmıyordu. Uzaklaşıyordu. Susuyor, hep sigara içiyordu. Eskiden de içerdi de böyle değildi.

Bir gün “Dışarı çıkalım” dedi. “Seni bir yere götürücem” Hemen heyecanlandım. Eski zamanlarımız geldi aklıma. Çocukları hazırlamaya koyulacakken, “Onlar kalsın Fatma bakar” dedi. Daha da heyecanlandım, hemen hazırlandım. En güzel giysilerimi seçmeye çalıştım, Sarıçiçekli kırmızı entarimi buldum çıkardım dolabın en dibinden. Eskimişti tabi. Biz de eskimiştik ya… En güzel örtümü bağladım. Bunca zaman sonra ilk defa İbram’la dışarı çıkıyorduk. Evden çıkarken İbram’ın koluna girdim. Bir soğukluk vardı ama hala onda. Sebebi meçhul, anlaşılmaz.

Söze başlayamıyorduk bir türlü. Sustukça susuyorduk. İlk gün ki utancım geldi aklıma, öyleydim sanki ben. İbram o an elimi tutsa her şey en başa dönerdi. İbram da o halden eser yoktu ama. Bir sıkılma vardı. Belliydi. Bir şey söylemek istiyor söyleyemiyordu. Onun bu hali beni de huzursuz etmişti artık. O heyecanımda geçmişti hem. “Söyle İbram, fena bir şey mi var” dedim. Gözlerime bakamıyordu. Korkuyordu bir şeylerden. Bunca yıllık kocam olmasa.. Küçülüyordu sanki.

“Geri dönelim mi?” dedi. Hiçbir şey diyemeden başımı salladım. Bütün yol boyunca gözümden yaşlar aktı durdu, hıçkıramadım bile.

Birkaç gün sonra çeşme başındaydım. Kadınlar bana bakıp gülmeye başladılar. Bir anda sinirlendim. “Ne oluyorsunuz?” dedim. “Hiç” deyip geçiştirmeye kalktılar, ama fark ediyordum bu gülüşmeler her geçen gün daha da artıyordu. Bir gün dayanamadım daha. Elime taş alıp birinin üstüne yürüdüm. Kadın çaresiz, ben bağırdıkça ciddiyetimi anladı. “Ne bana delleniyorsun, sen burada çalışırken kocanla eltin kim bilir neler yapıyor git onlara hesap sor. Sen imam nikahına eyvallah derken kadın hükümet nikahını almış” dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Hiçbir şey anlamıyor duymuyordum sanki bu sözlerden sonra. Taş elimden düştü. Yuvarlandı. Eve kadar ne yaptığımı bilmez koştum. Ne yapacağımı bilmeden koştum. Eve girdim. Fatma çamaşır asıyordu. İbram çocuklarla oynuyordu. Çocuklara bağırdım. Dışarı kovdum onları. İbramın üstüne yürüdüm.

“Doğru mu bunlar? Ne der konu komşu?” dedim. İbram bir şey diyemedi. Baktı. Başını salladı. “Nasıl?” dedim. Açıklasa da anlayacak halim yoktu aslında. Delirmiştim. Her şeyi kırmaya başladım. Beni dışarı çıkardığı gün anlatacakmışmış aslından. Başkasından duymamı istemezmiş, ama yapamamış. Anlamıyordum hiçbir şey. Var gücümle bağırıyor ağlıyordum. İbram beni tutmaya çalışıyordu. Fatma kaçmıştı. İbram bana dokundukça daha da çıldırıyordum. Ağzıma ne gelirse sayıp sövdüm. İbram tutup bir tokat attı. Bana. İlk kez bana elini kardırmıştı. Bu tokattan sonra hiçbir şey diyemedim. O da pişman oldu ya. Koltuğun köşesine oturdu. “Ne yaptım” der gibiydi. Neden sonra sakinleştim. Tabi ne kadar sakin olunursa, titriyordum hala. İbram yüzüme bakamıyordu. Bundanmış demek her şey…

İbram bir anda konuşmaya başladı. Titrekti sesi. Ne dediğinin farkında bile değildi sanki. Anlamsızdı cümleleri, yarım yamalak.
“Ağabeyim öldükten sonra, o rahat etsin diye.. Sonra bir anda. Nazlı’m.. Seni sevmekten hiç vazgeçmedim.”
“Peki onu?”
Cevap vermedi.
“Hemen gidecekler buradan.” Dedim. “Daha rezillik istemem.”
“Gidemez” dedi. “Hamile”
Cevabını bile bile : “senden mi?” diye sordum. Başını salladı.

Daha da bir şey soramadım. O an ne desem bilemedim. Sevdiğim adam, hayatımı verdiğim adam, başkasının olmuştu. Ona kızdım. Nefret ettim ondan. Ondan ve Fatma’dan. Sonra kendime baktım. Nasıl da fark edemedim. Nasıl bu kadar güvendim? Saf oldum? Çocuklarımı da alıp gitmek geldi içimden. Ama nereye? Gidecek bir yerim bile yoktu. İbram’sız hayatı, ibram olmazsayı hiç düşünmemiştim. Her şeyimin dayanağıydı, şimdi o başkasına sarılınca… Her şey yıkılmıştı.

Kaçmayı çok istedim. Ama yapamadım. İki çocukla gidecek yer… Kaldım o evde. Hiç konuşmadan. Hiçbir şey yapmadan bir eşya gibi kaldım. Ne İbram’la konuştum ne Fatma’yla ikisine tek laf etmedim o günden sonra. Öldü diye bilineyim istedim. Evden dışarı da adımımı atmadım. Fatma çocuğu doğurdu. Bir oğlan çocuğuydu. Bakmadım, sormadım bile. O çocuğa ah edesim geldi, zavallı yavrucak, suçu ne? Hem İbram onu da sevdi, onunla oyunlar oynadı. Ben geçerken yanından sanki el çocuğuymuş gibi utanarak itti onu. Vicdanı sızlardı bilirim bakışımdan.

İbram zaman zaman konuşmayı denedi benle, hiç bakmadım yüzüne. Elimi tutmak istedi. Çektim. Bazı geceler dışarılara çıktım. Nereye gittiğimi bilmeden öyle dolandım durdum karanlıkta. Deliye çıktı adım. Arkamdan ne dediler, ne yaptılar düşünmek bile midemi bulandırdı.

Erkeğimdi benim. Sevdiğim. Her şeyimi bırakıp koştuğum adamdı. Ona çocuk veremeseydim ve o köydeki diğer ağalar gibi üstüme bir kadın alsa laf etmezdim. Çocuğunu çocuğum gibi büyütürdüm. Ama o onu sevmişti. Benden başka, başkasını sevmişti. Belki bana söylediklerini söylememişti, ama onu başka türlüde olsa sevmişti. Dokunmuştu ona, ben onu benim zannederken, başkasının olmuştu.

Gene de İbram hiç diğer adamlar gibi olmadı. Hep pişmanlık duydu bilirim. Yüzüme bakamadı. Gözlerimi görünce hep kaçtı, içi acıdı. Koca adam, ufaldıkça ufaldı. Benim içimin acısı gibi onunda acıdı. Benim mutsuzluğumun yükünü hep taşıdı. Çok içki içti. Çok sigara içti. Sessizce intihar etti aslında. En sonunda hastalandı. Fatma an olsun ayrılmadı başından. Bazen gitmek geldi içimden. Gidip elini tutuversem iyileşir sandım, belki de bu yüzden hiç gidip elini tutmadım.

Orda öyle ölsün istedim bazı bazı, bu aklıma geldikçe kendimden bile nefret ettim. Çocuklarımın babası, erkeğim ölüm döşeğinde, bir başka kadının elinden ilaç alıyordu. Ne kadar yaşadık böyle bilmem. Yaşamakta değildi ya. El de avuçta da bir şey yoktu. Tarla işlenmeye işlenmeye ürün vermez olmuştu. Büyük oğlum yüksek okuldaydı. Büyük şehirde, Allahtan o kendi parasını kendi kazanıyor kendine de kardeşine da bakıyordu. Fatma’nın kızlarındansa, biri evlenip gitmiş, biri kalmış kardeş büyütüyordu. Evde hepten yabancıydım da, İbram öyle yatmasa…

Bırakıp gidemiyordum bir şekilde. Hala seviyor muydum ne. Bir gece gittim İbram’ın yanına. Fatma komşudaydı. Beni görünce gözleri parladı. Onu bu hale ben getirdim diye düşündüm. O an. Üzüldüm. “Çok pişmanım, affet beni Nazlı’m” dedi. Hiçbir şey demedim. İçimdeki üzüntü acımaya dönüştü. Arkamı döndüm çıktım.

3 yıl geçti. Ne yaptım nasıl yaşadım bilmem. Döndüm geldim köye, Fatma başkasıyla evlenmişti. İbram dedim… Benim köyden gittiğim gece daha da dayanamamış artık.

Mezarına geldim işte buradayım. İnanamadım. Koskoca İbram’ım bu toprağın altında, eridi, yitti belki çoktan. Toprağın üstünde gezdiriyorum elimi.

Ne kaldı geriye be İbram? Sen toprak altında yok oldun… Ben üstünde…

3 yorum:

bay tükancı dedi ki...

Güzel desem, sonu değil.
Kötü desem öyle değil
ama hüzünlü olur heralde.

küstümotu dedi ki...

deli deli olma izlemişliğim var geçen gün.
etme eyleme gülüm.

p.s.sen "de"leri 50 yaşına geleceksin de hala ayıramayacaksın ben ona yanarım.

kırmızı dedi ki...

ben hata yapmazsam redaktörler neyden para kazanacak? kaç kişi ekmek yiyor burdan biliyor musun sen?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...