9 Ocak 2011 Pazar

Karışık Rüzgârlar Karnavalı

Kaç zamandır böyleydi. Ne zaman kitabını alıp koltuğuna büzüşse uykusu geliyordu. Keyif çatmanın tam vaktiyken, kapanan gözleri oyunbozancılık yapıyordu ve ne zaman onlara mağlup olmayı kabul edip, yatağına uzansa uykusu kaçıveriyordu. Yatakta dönüp durmaya sinir olurdu. Öyle durdukça uykusunun daha da açılacağına inanırdı. Bu yüzden bu geceye kadar çoğu kez yatakta beklemektense kalkıp kitabına dönmeyi tercih etmişti. İlk sayfadan sonra gerçi yine aynı şeyler tekrarlanıyordu. Ta ki o koltukta uyuyakalıncaya kadar böyle devam eder olmuştu. Ne ara düşüyordu uykusu? Koltukla yatağı arası pek öyle uzun bir mesafede değildi hani.

Sıkılmıştı bu kovalamacadan. Yorulmuştu onun peşinde koşmaktan. Bu gece gücü yoktu hem onu evin bir taraflarında arayacak. Be sefer yatağında beklemeye karar verdi. Can sıkıcıydı aslında. Sanki hayatında uyumayı ilk defa deneyecekti. Gözlerini kapalı mı tutsa yoksa sabit bir noktaya mı dikse bilemiyordu. Hangi türlü daha kolaydı? İnsan nasıl bir aralıkta uyku denen dünyaya düşerdi ki? Uyumak üzereyken ile uyku hali arasındaki köprü nasıl bir şeydi? Bunları hayatında ilk defa düşünüyordu. Bu zamana kadar hiç böyle sıkıntılar çekmezdi. Genelde yastıkla arasında bir karış varken uyku âlemine düşünlerdendi. Ama bu ara…

Gözü her geçen an karanlığa daha da alışıyordu ve artık oda ona neredeyse aydınlık gibi gözüküyordu. Işığı açıp kapatsa belki kendini yanıltabilir –şaşırtabilir-, ve gözleri tekrardan karanlıkta uyumayı seçebilirdi. Tam bunu düşünüp ışığı açmaya kalkacakken buna gücü olmadığını fark etti. Kalkıp gözlerine oyun oynayacak hali yoktu ama uyuyamıyordu işte. Belki uyumak için bile bir enerji gerekti ve o bunu bile çoktan tüketmişti.

İçeriden bir tıkırtı geldi. Kalbinin atışı hızlandı. Biri mi vardı? Yoksa hırsız mı? Kalkıp kontrol etmeliydi ama yapamazdı. Hem gücü yoktu hem de korkuyordu. Hırsızsa çalabileceği pek bir şey yoktu zaten evinde. Ona zarar vermedikçe ne isterse alabilirdi. Hem gecenin bu saatinde tıkırtının sahibi gerçekten bir hırsızsa onunla göz göze gelmeyi pek istemiyordu. Yok, eğer bu minik tıkırtının sahibi kendi gibi küçük bir fareyse onunla tanışmaya hiç mi hiç niyeti yoktu. Ne hali varsa görebilirdi. Tam bunları düşünürken bir anda rüzgar sesi duydu. Evet evet önce sesini duydu. Sonra yüzünde hissetti. Dudaklarını kuruttu. Dilini gezdirdi ve o an pişman oldu. Rüzgarlı havalarda dudaklarını yalaması çatlamalarına neden olurdu, ama bu rüzgar sanki iyi niyetliydi. Nereden geldiği hakkında hiç bir fikri yoktu

Bir anda kendini yemyeşil bir alanda buldu. Rüzgar buradan geliyormuş demek. Peki ya tıkırtı? Kimin umurunda! Uzun zamandır böyle bir yere gelmiyordu. En son ortaokuldayken arkadaşlarıyla pikniğe gelmişti böyle bir yere. İleri de büyük ağaçlar vardı onlara doğru koştu. Üstünde daha önce gardırobunda rastlamadığı bir elbise vardı. Nereden çıktığını pek önemsemedi düşündüğü ağaçlardı zaten. Ama o ağaçlara doğru koştukça onlar uzaklaşıyordu sanki. Yılmaya niyeti yoktu daha da hızlı koşmaya başladı sonra bir anda her şey kayboldu. Bir şeye çarpmış gibi durdu. çarptığı şey hayal kırıklığıydı. Nereye gittiler diye düşünürken karşısında bir deniz buldu. Duyduğunun rüzgar sesi değil de dalga gürültüsü olduğuna kanaat getirdi o an. Denize şaşkınlıkla bakıp ona koşmayı düşünürken deniz ona gelmeye başladı. Köpükleri ayaklarını yalıyordu. Gözlerini kapattı, en huzurlu anıydı bu. Deniz yavaş yavaş yükseliyordu. Dalgalar dizlerine doğru çıkıyordu. Sonra bir anda biri haddini fazla aşıp onu devirdi. Gözlerini açtı devrilme onu çok korkuttu, boğulacağını sanarak gözlerini sıkı sıkı yumdu. Ayakları neredeyse kafasının hizasına çıkmıştı ama burnuna su girdi falan yoktu. Hatta denizde bile değildi. Bir salıncaktaydı. Ayaklarını ileri geri yaparak kendi kendisine sallanıyordu. Az önce koştuğu ağaçların ora olmalıydı. Demek deniz falan yoktu en başından beri, salıncakta sallanırken hayal kurmuştu. Garip bir salıncaktı bu. Nereden bağlıydı hiç bilmiyordu. Upuzundu ama ipi, belki de bulutlardan sallanmıştı. Bulutlar mı? Hayır, bulutlardan da yukarıya bağlıymış çünkü onun ayakları şuan bulutlara değiyordu. Islanıyordu ayakları. Küçükken hep bulutları pamuk diye hayal ederdi herkes gibi. Yine öyle olmasını istedi ve bir an için çılgınca kendini bulutun üstüne atıverdi. Bulutun ıslaklığından geçince pişman oldu ama daha çok salıncağı bıraktığı için üzülmüştü. Bir buluttan düşüyordu. Yer kim bilir ne kadar uzaktaydı, düşünce canının ne kadar acıyacağını düşündü. Yüzü yanıyordu. Gözlerini kapattı. Bir kahkaha duydu.

“Korkma korkma bir şey olmaz”

Biri arkasından ona sesleniyordu. Gözlerini açıp arkasına bakmak istedi ama arkası neresi bilmiyordu zira yuvarlanıyordu. Çim bir tepeden aşağı yuvarlanıyordu. Yüzüne değen otlar hafiften çiziyordu. Bunu en son 5 yaşında yapmıştı. Nerede yaptığını bile hatırlamıyordu. Düzlüğe gelince durdu. Çimlere oturup arkasından gelen kahkahaya eşlik etti. Kime aitti bu kahkaha bilmiyordu ama çok tanıdıktı. Onundan arkasından geleceğini sanmıştı ama gelen giden yoktu. Hem kahkahada kesilmişti. Tekrar tepeye çıkıp bunu bir daha yapmak istedi. Hem arkasından bağıran kimdi merak ediyordu. Tepeyi çıkarken yorulduğunu hissetti. Az önce uyumaya bile mecali yoktu bu kadar enerji de nerden gelmişti? Bir tıkırtı duydu yine. Kırın ortasında ne tıkırdayabilirdi ki? Hayır zaten kırda değildi. Odasındaydı. Yatağındaydı ve masasına bakıyordu. O sırada uyumadan önce çalışırken yaptığı kağıttan kurbağanın canlandığını gördü. Sanrım en başından beri tıkırtı ondan geliyordu. Zıplayarak
yanına yaklaşıyordu. Bu çok saçmaydı çünkü o kendi kendine zıplayamazdı. Aslında zıplayarak bu kadar çabuk gelmesi de imkânsızdı kağıttan kurbağayı bir anda yastığından ona doğru bakarken buldu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Kurbağa bu şaşkınlıktan yararlanıp onu öpüverdi. Hayır masal terse işleyecekti şimdi. Onun kurbağayı öpmesi gerekti. Kurbağa onu öptü ve o kağıttan bir kurbağaya dönüştü. Çok çirkindi. Yeşil bile değildi. Kareli harita metot defterden yırtılmış bir kağıttandı. Kurbağa ona sevgiyle bakıyordu. Peşinden gelmesini işaret edip odadan dışarı zıpladı, mecburen onu takıp etti. Dışarı zıplayınca düşmeye başladı. Kağıt üstünden yırtılarak, sıyrılıverdi. Yavaş düşmesini sağlamak için onu bir paraşüt gibi kullanmaya karar verdi. Yere yaklaşmışken kocaman bir ses duydu korkudan gözlerini kapattı. Bu sesin kendinden gelmediğini biliyordu. Ama yere düşseydi ancak böyle bir ses çıkardı. Gözlerini açmaya daha fırsat bulamadan yine o tanıdık rüzgârı hissetti. Bu sefer daha sertti ve saçlarında geziniyordu. Gözlerini açtığında kendini üstü açık klasik bir arabada buldu. Arabaları çok iyi bilmesine rağmen hangi marka, ne model kestiremiyordu. Bir an olsun inip dışarıdan bakmak istedi. Modeli hakkında hiç bir fikri olmamasına rağmen renginin kırmızı olduğuna neredeyse emindi. Kırmızı bir hızı vardı çünkü. Arabayı kendisi kullanmıyordu. Yanında hiç tanımadığı bir adam vardı ve arabayı o kullanıyordu. Bu adamı daha önce tanımadığına ne kadar eminse, yuvarlanırken duyduğu sesin sahibinin o olduğuna da o kadar emindi. Adam hiç konuşmuyordu. Sadece gülümseyerek arabayı sürüyordu. Çok hızlı sürüyordu. Boynundaki fular bu hıza daha fazla dayanamadı ve rüzgâra kapılıp gitti. Bu fuları ilk kez o an fark etmesine rağmen gidişine çok üzüldü arkasından bakakaldı. Öylece bakarken bir an arabanın yabancının kontrolünden çıktığını hissetti. Araba taklalar atmaya başladı. Yavaş çekimdeydi her şey. Ağır ağır oluyordu. Chevrolet! Evet araba 58 model bir chevroletti. Nasıl biliyordu nerden görmüştü hiçbir fikri yoktu ama bu oydu. Araba taklalarını bitirmiş sağa devrilmişti artık.

O an gözlerini araladı devrilmiş iki tekerlekli bisikletinin serbest kalmış, yerden bağımsız dönen tekerleğiyle göz göze geldi. Dizinin acıdığını hissetti. 10 yaşındaydı. 2 hafta sonra kabuk tutacak yarasına baktı. Kanaması çok içli geldi. Ağlamaya başladı.

O sırada annesinin sesini duydu. Ona sımsıkı sarıldı. Annesinin kokusunun ve sesinin her şeyden daha huzurlu olduğunu fark etti.

“Canım benim sana sürpriz yapmak için habersiz geldim, uyandırmayayım diye de kapıyı anahtarla açıyım dedim ama korkuttum mu?”

4 yorum:

Supertramp dedi ki...

son yazını okurken altta gördüğüm kağıttan kurbağa kendimi burda bulmama neden oldu.

hayatımda gördüğüm en garip kağıttan kurbağa,gövdesini nasıl öyle yapabildin,yanlışlık var sanki:)

kırmızı dedi ki...

gözleri eksik sanki değil mi? hep üşengeçlikten ezbere yapayım derken böyle olmuş. ama diğerleri de bi sinsi oluyor açıkcası.
neyse ben fil de daha başarılıyım zaten;)

Supertramp dedi ki...

Yok aslında gözlerinden değil de gövdesi çok garip geldi gözüme:D Benim yaptığım daha çok benziyor kurbağaya,yani bu zıplıyorsa mucize:P
Aa bir ara da filin fotoğrafını koysana çok merak ettim:)

kırmızı dedi ki...

ve sonunda koydum:)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...