12 Ocak 2011 Çarşamba

haciz

Yeni uyanmıştım.

Bunu pijamalarımdan ve samba yapan saçlarımdan anlamak mümkündü.
Ev de garip bir hava vardı. Cebri icraya filmlerde hep erken bi saatte gelinirdi diye kalmış aklımda o yüzden o şuan tam bi haciz memuru gibiydi karşımda.
Her zamanki gibi düzenli. Gayet sakin. Elindeki kağıda sürekli bir şeyler karalayarak evde dolaşıyor ve ben peşinden koşturuyorum.

Bir koli var masanın yanındaki sandalyede. Koliye bir şeyler koyuyor.
-dur dur dur! Alamazsın onu! O benim!
-ama ben almıştım.
-ama bana almıştın benim o yüzden ben de kalacak..
-peki. (memnuniyetsiz pekilerden)
Alıyorum elinden kediyi. Seviyorum biraz. Kedi de tedirgin. Böyle bir mal paylaşımına daha önceden tanık olmamış. Mutfağa gidiyor bu sırada o. Ben kediyi fırlatıp peşinden koşuyorum.

Tirbuşon elinde. Çığlık atıyorum tekrardan.
-onu da alamazsın!

Cevap vermiyor bu sefer. Tirbuşonla salona doğru gidiyor. Koliye atıyor. Neredeyse üstüne atılarak geri alıyorum.

-Sen gittikten sonra aylarca şarap içicem ben ve onları neyle açmamı düşünüyorsun sevgilim diyorum.

Gözlerini deviriyor. hala salondayız.

Salon: Evet burada bir betimleme pasajı sokmak istiyorum. Tozlu, sabah güneşi tarafından taciz edilen bir salon. Yerler laminant parke sadece küçük bir halı var. Bir adet l koltuk. Yerde 3 adet minder. Perdeler 3/5 oranında kapalı. Bir tane pencere açık. İçerinin soğuk havasını sadece biraz daha rüzgarla körüklüyor. Ortada bir sehpa. Sağ köşede iki tane kütüphane silme kitap dolu. Önünde yerde yükselen dvdler. Yanında bir adet sallanan koltuk. Üstünde kahverengi bir şal var. Sol köşede yine yerde bir adet pikap. Yanında birkaç plak. Aynı köşede kedi sepeti. Kumu. Sanki pikap kediye aitmiş gibi duruyor. Pencerenin önünde küçük bir masa. Üstünde iki tabak. Tabakların birindeki yemeğe hiç dokunulmamış diğeri yarım. İki tane kadeh. Ekmeklik. 2 çatal. 3 bıçak.

Masanın yanında duruyor. Bir göz atıyor. Kadehi alıp koliye bırakıyor. Sen ne yaptığını sanıyorsun diyip kadehi geri çıkarıyorum.

-bak iki tane var biri senin biri benim. Benim olanı götürüyorum diyor.
ikisini elime alıp tokuşturuyorum.
Çın!
-tek olurlarsa bu ses çıkmaz ama. Ayıramazsın onları diyorum.
-Saçmalama ipek daha bir sürü kadeh bulursun sen.
-istemiyorum başka kadeh bunu seviyorum ben.
-ver şu kadehi.
-hayır vermicem.bir kaç adım geri çekildim. Üstüme doğru geldi. Kendimi kaybettim ve kadehleri yere fırlattım.

Tuz-buz-buz-tuz. O oyunu bilir misiniz? Şaşırmacalı. Hız önemli o oyunda.

Yoksa o da beni mi şaşırtıyor. Tepki vermedi. Sadece delici bir bakış fırlattı. Ama zaten delik deşik göğsüme pek bir etkisi olması.

Kütüphaneye uzanıyor. En sevdiğim kitapları sanki özellikle seçiyormuş gibi pat pat koluna sıkıştırıyor. Deliriyorum. Dudağımı ısırıyorum sinirden. Ama bi şey diyemiyorum. Kitapları da bırak dersem evi yakabilir.

Tutunamayanlar!

Hayır. Bu son damlaydı. Sinirden titreyerek saldırıyorum ona. Kitaplar düşüyor elinden. Nasıl alırsın diyorum. Hadi hepsini aldın tutunamayanları nasıl alırsın?

-İpek kendine gel. 2 kütüphane kitap var 5 tanesi mi büyüdü gözünde?
-en sevdiklerim ama onları. Alıp götüremezsin onları. Hem neden gidiyorsun ki?
- Ayrıldık biz. Olgun ol biraz. Diyor.
-ben yeterinde olgunum sen kendi haline bak diyorum.

Onun üstü başı, benim pijamalı halime tezat oluştururcasına şık. Hakim benim iyi halimi göz önünde bulundurmaz bu durumda. Sanmıyorum. Özellikle bu saldırgan davranışlarım ise çok büyük ihtimalle iyi niyetimi de bertaraf edecek.

Dvdlere yöneliyor.
-Benim bunlar dokunma diye bağırıyorum.
-Bizim diyor.
-Biz yokuz artık.
-O zaman biraz senin biraz benim ve izin verirsen benim olanları alıyorum diyor.

Nasıl bu kadar soğukkanlı bu adam? İnsan da öldürür bu. Arkasına da bakmasan gider hatta. Böyle filmlerde olur ya vicdan azabından değil kan çektiğinden zevk almak için arada bir olay mahalline avdeder. Gözümde bir sahne canlanıyor.

Beni öldürüyor. Ama bu sahneyi sanki biz daha önce yaşamıştık. De-ja-vu deniyor buna ya hani. İnsanın hayalinde dejavu olması tuhaf. Bunun için de bir isim olmalı.

Bir dakika! Beni hayale tutan bu adam eşyaları toplamaya devam ediyor. Yazılarıma uzanıyor.
Fotoğraflarla birlikte ayırıyor kafasına göre.

Bu sefer sakin yaklaşıyorum.

-Alma onları diyorum. Alma canım benim. Gül yüzlüm, güzel sözlüm, bi tanem. Nar tanem, nur tanem. Alma onları. Onları alma bari!
-Bari? Nasıl bu kadar bencilsin? Hepsi sende kalamaz. kitaplar sende, filmler sende, tirbuşon sende, yazılar fotoğraflar…

Ağlamaya başlıyorum bu sırada. Ama o hiç ödün vermiyor serin kanından. Seç birini diyor. İki tane defter var elinde. İkisini de kucaklıyorum. bu sefer gerçekten deliriyor. Ayağa kalkıyor. Kitapları yere fırlatıyor. Tam bi cinnet anı yaşıyor. sonra masaya doğru hamle yapıyor. Tabakları yere vuruyor. Yemeklerin bir kısmı kaçışıyor bir kısmı yere yapışıyor. Püre yapmıştım. Soğuktu falan ama yenirdi yani. Sonra hızını alamayıp masa örtüsünü çekiyor. Çatallar bıçaklar şenlikli bir müzik başlıyor. Ekmekler saçılıyor. İkimizden birinin annesi olsa günah derdi. Ona bakıyorum. Delirmiş bağırmaya devam ediyor. ne diyor hiç bilmiyorum. daha ziyade sesi kısılmış bir televizyon gibi. hararetli tartışmaların olduğu bir siyaset meydanı var atv de. Bu beni biraz rahatlatıyor. O da acı çekiyor demek. Demek o kadar da soğukkanlı değilmiş.

-Kalamaz hepsi sende! Seç birini!
En son bunu diyor. Nefes nefese kalmış. Sanki bir resitalin son notalarını çalmış gibi. Bir orkestra şefiymiş de dünyanın en hızlı konçertosunu çaldırmış gibi. Gözleri ateş ateş.
Gülümsüyorum. Bu sefer ben sakinim. Sessizce yanına gidiyorum. Eline uzanıyorum. Küçük bir çocuğu eve gitmeye ikna eder gibi yumuşak bir sesle:

-ama ayıramam ki hiç birini. İnsan çocukları arasında ayrım yapabilir mi hiç? Hem bak ne geldi aklıma.
Sen de kal?

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...