13 Ekim 2010 Çarşamba

topuk tıkıtrısı konseri

“evim demiştim adamın tekine. Evimsin sen benim. Ondan sonra oldu zaten her şey.
Birini sevmek aşık olmak başka birine evimsin demek bambaşkadır. Kendinden apayrı birine evim demek ise kimi zaman fazlasıyla abestir.
Karşısına oturur sigara yakardım. Sigara içmemden nefret ederdi. İğrenerek bakardı bana. Sonra işine döndürürdü gözlerini. İncelerdim onu öyle saatlerce. Bakardım. Nesini seviyorum bu adamın? O benim neyimi seviyor. Hiçbir şey konuşamıyoruz çoğu zaman. Benim ilgilendiğim şeyleri boş bulurdu. Ben de onun ilgilendiği şeylerden hiç anlamazdım. Kitap okumayı sevmezdi. Halbuki ben hep uzun gazete okumalı Pazar kahvaltıları ve ardından saatlerce kitap okuyabileceğim bir adam hayal etmiştim. Yeşil panjurlu kırmızı evle birlikte.. Film zevklerimiz apayrıydı. Yine de oturur izlerdik bir şeyler. Yarıda ya ben dayanamaz kapatırdım ya o. O bana bakmazken saatlerce sövebilirim aslında. Ama sonra gözlerini gözlerime dikip efendim derse. Susar kalırım. Bazen günlerce çıkmazdık evden. Yemek yer televizyon izlerdik. O bir şeyler yapardı ben kitap okurdum. Gelir kitabımı alır atar saçmalık der beni kucaklayıp dışarı çıkarırdı. Arabaya biner saatlerce giderdik. Sadece beraber gitmek için. Bensiz sakın gitme derdi tek konuşmamız bu olurdu belki.
Yine böyle benim sigara yaktığım bir gündü. Gözlerini devirip bulmacaya başladı. Sürekli bana soruyordu. Ben çözüyordum o yazıyordu sanki. Sonra bi süre sustu. Ben yine onu inceledim. İçimden 5 kere küfrettim. 4 kere ayrıldım. Hepsi içimden oldu. Sonra gittim kucağına oturdum. Bulmacayı bıraktı. Göğsüne yaslandım. Kucağında küçücük kalırdım. Sarıldı bana. İlk o zaman dedim ona. Evimsin benim dedim. Sende yaşıyorum ben. Sende uyuyup sen de yemek yiyorum. Güldü. Böyle romantik cümleleri sevmezdi. Öptü beni. Anlamamıştı. Ne demek istediğim hakkında ufacık bi fikri yoktu. Bi insanın evi olmak ne demekti nasıl bir sorumluluk gerektirirdi bi haberdi. Evi olmadığı için değildi bu cahilliği. Kocaman bir evleri ve her daim imrendiğim bi aile yaşamları vardı. Düzenli, bağlı. Aslında sanrım bu yüzden ne dediğimi anlamamıştı. Ev onun için normal bir şeydi. Ev hayatında sorun nedir bilmezdi. Bazen bir şeylerin yokluğunu bilmeyen insana varlığını anlatamazsın. O da öyleydi. Hiç evsiz kalmamıştı. Her bayram kurulan sofraları hiç boş kalmamıştı. Amacım felsefi konuşmalar yapmak değil aslında. Lise kitabından fırlamış her şey aslında zıddıyla var, Varlığı tanımlayan yokluktur gibi cümleler belki fazla klişe ama duruma tanı koymada bire bir. Bir insanın evinde sorun yoksa evinin değerini bilemez. Onda ev kavramı oluşmaz. İnsan çoğu şeyi hayal ederek, özleyerek tanımlar aslında. Arayarak. O hiç aramamıştı böyle şeyleri. Bu yüzden suratıma anlamsız bakması yadırganamazdı aslında. O gün öylece kucağında uyumuştum. Sonra beni kaldırıp yatağa yatırmış.
Birkaç kere daha yinelendi bu. Bu cümlenin bu benzetmenin benim için önemini anlasın istedim ama anlamadı hiç. Canım deyip öptü. Saçlarımla oynadı. içi boş bir sevgi gösterisiydi.
Bütün bunlardan bi zaman sonra da çekip gitti. Ama evimdin dedim. Umursamadı. Gitme evsiz kalırım dedim. Onun için hiçbir şey ifade etmedi. Uykusunun en güzel yerinde üstünden yorgan çekilmiş fukara gibi açıkta kaldığımı hissettim. Aslında sadece yorgansız da değil. Evsiz kalmıştım! O gitmişti ve benim evim yıkılmıştı. Sokakta kalmak. Aylak aylak dolaşmak. Ondan başka ondan sonra hiçbir ev beğenmemek. Ağlamak. Yüzünün göz yaşlarından çirkinleşmesi. Kapatmak için makyaj yapmak. Artık hiç bi evde duramamak.. Böyle evsiz kalan kadın bir süre sokaklarda dolaşır. Acısını saklamak için yaptığı makyajı dile düşer üstüne bir adet etiket yapışır. Sonra da sokak kadını olur…”

Konuşmaya başladığından beri ilk defa gözlerini diktiği yerden çevirdi, çorabını dizine çekti. Bu hareketi o kadar kanıksamış yaptı ki sanki hikayenin hep burasında çorabını çekiyor gibi bi hali vardı. Adam koltuğa mıhlanmış gibi hissetti kendini. Sanki bu kadına bütün bunları yapan oymuş gibi bir savunmaya gerek duydu. Sonra silkelendi.
“neden anlattın bana bunları?” dedi.
Bu sırada kadın öbür çorabını da kaçırmamaya özen göstererek çekti. Ayakkabısını geçirdi ayağına. Ayağa kalkıp bileğini oynatarak siyah topuklu parlak rugan ayakkabısına ayağını yerleştirdi.
“sorarlar da genelde” dedi. “bu sefer sormadan anlatayım dedim.”
Adam bir sigara yaktı. Gülerek.
“hepinizin var mı böyle hikayeleri” dedi. Bu cümlenin içindeki aşağılama herkes tarafından fark edilecek gibiydi. Bir şey demedi kadın.
“böyle hikayeler anlatıp mesleğinize ki bak meslek dedim saygı duyuyorum kılıf uydurunca içiniz mi rahatlıyor?” kadın cevap vermedi. Cevap veremeyeceğinden değil. Sadece hikayenin doğruluğundan o bile emin olmadığı için sustu belki de. Belki de işin en eğlenceli kısmı her gece başka bir hikaye uydurmaktı. Aynanın karşına geçti. Kırmızı rujunu sürdü.
“kızmadın inşallah.” Dedi. Kadın aynaya öpücük atarak rujunu yaydı. Adama yoruma açık bir bakış attı. Tam olarak nasıl bir anlam çıkması gerektiğine kendi bile karar veremeyerek. Bir süre sessizlik oldu. Adam yarı çıplaktı. Bacak bacak üstüne atmış koltukta sigarasını içiyordu.
“başka müşterin var mı bu akşam” dedi. “yoksa kal.” Kadın yine cevap vermedi. Rimelini sürdü. Adam pür dikkat kadını izliyordu.
“peki” dedi adam. “hikayene dönelim. Güzel kadınsın. Hatta çok güzelsin.kültürlüsün de heralde mesleğinden beklenmeyecek bir şekil de. (burada güldü.) başka biri gelip senin evin olmayı teklif etmedi mi? O evin kadını yapacak adam çıkmadı mı bi daha hiç?”

Kadın son kez aynaya bakıp saçlarını kabarttı. Çantasını aldı. Kapıya doğru yürüdü.
“insanın bir kere evi yıkıldı mı bir daha otel odasında bile kalamıyor.”
Adama son sözü bırakmadan kapıyı açıp çıktı. Adam sigarasından bir nefes alıp başını geri attı. Kadının koridorda yankılanan topuklarının tıkırtısını konser dinliyormuş gibi dinledi. Konseri bölen telefonu oldu. Açtı.
“geliyorum Aysel.”
Kapattı.
Aysel karısının adıydı.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...