17 Ekim 2010 Pazar

bu bir hayranlık hikayesidir.

hastayım.
hasta olduğumda burnum akar. ve bununla beraber duygusallaşırım. hemen her şeye ağlıyor gibi oluyorum. aslında burnum nezleden ötürü akıyor ama ben sanki üzülüncek bir şey var ondan burnumun direği sızlıyor sanıp koyveriyorum göz yaşlarımı. ha bir de ateşten oluyormuş. göz yaşarması.
bugünkü göz yaşarmasının bununla ne kadar alakası vardı bilmiyorum ama kontrolsüz olduğu kesindi.
başa dönmem gerekirse cuma gecesine değinmek isterim. yo hayır istemem. o gece bir kaç kişi arasında kalacak kadar özel.

cumartesi sabah akşamdan kalma bir şekilde uyanıp muazzam bi kahvaltının tadına varırken ablamla bir anda gözgöze geldiğimiz andan almak istiyorum. saat 12 idi. ve bizim günler öncesinden almış olduğumuz 3 de beykoz da oynayan oyuna biletimiz vardı.

ankaralı dostlarım için belirtmek istiyorum ki bu iş elvankentten aküne gelemeye bile benzememekte.
kısa bir yol haritası çizecek olursam:
tramvayla eminönüne. ordan vapur üsküdar. ordan otobüs.

evet şimdi bu dile kolay yol haritasına bir de dillere destan istanbul trafiği eklemenizi rica ediyorum. ve sizin daha fazla hayal gücünüzü zorlamadan anlatmaya devam ediyorum.
süslenme faslının uzamasıyla 13:20 vapurunu kaçırdığımıza emindik. 13:40 vapuruna tav olmaya karar verdik. çünkü telefonda konuştuğumuz bayan üsküdardan beykoza giden otobüsün 45 dk. ya da 1 saatte geldiğini söylemişti. 2 de üsküdarda olmak hayal. olsun yinede umut diyoruz. belki yanlış bakmışızdır. oyun 15:30dur diye biletleri kontrol etmiyoruz falan.
tramvay iptal.
taksi!
ama trafik!!
13:40 vapuru da iptal. 14:00 vapuru?
taksiden iniyoruz 14:02... evet bir şeyler yakamızı bırakmayacak ama şanssızlık demeye varmıyor dilim.
14:15 vapurunu belkiyoruz. artık ikinci perde umudumuz var. ama oyun tek perde!
14:33 da iskeledeyiz.
bayanın söylediği otobüs saatte bir falanmış ve maalesefki kaçırmışız. başka bi otobüse atlıoruz.
çengelköy!!
aman allahım bi ara otobüsten inip sigara içmeye gidecektim. öylece durdu herkes. hiç ilerlemeyen anlar yaşadık. saat 14:55. akademi durağı!
biraz yürümek. sonra hey taksi!
taksiciye meramımızı anlatınca adeta taxi filmindeki taksici gibi nitroyu falan açtı sanırım. kırmızı ışıkta geşti . el freniyle u dönülmez yazınından u döndü falan. actiondı epey. en son adeta drift yaparak tiyatro önünde durdu.
15:04
ve reddediliş...
erken gelseydiniz diyip neden geç kaldınız bakayım edasıyla azarlayn bir adet saim kaptan!!!o kadar üzüldüm ki. adam neyse yarın erken gelin alıcam sizi oyuna dedi. ve sanırım bir paket dünyaya benim oldu. sonra çileli bir geri dönüş. ama sadece iskeleye kadar.
günün devamında moda iskelede harika bi manzara. bağdat caddesi mantı falan var ama bu yazıda onlara değinilmeyecek.
ertesi sabah. ya bu seferde yetişemezsek telaşının yanınbaşında neyseki anadolu yakasındayız rahatlığı var ama yine bir nebze. zira bugün pazar. ve pazar demek çok trafik az dolmuş otobüs demek. bunun yanısıra bir de bugün avrasya olduğunu düşünücek olursak. evet sanırım avuçlarım terlemeye o an başlamıştı.
avrasyayı gözden çıkarmıştım.
zaten köprü üstünde yürümek 28ime kadar ertelediğim planların su üstüne çıkmasına neden oluyordu. bir de yine yeni yeniden sümükler kraliçesi olmam ise durumu iyice zor ihtimal kılıyordu. herneyse. avrasya seneyede vardı. ama bu son oyun gibi gözükmekte idi.
ikinci beykoz sanat çıkartması bu sefer kahvaltıdan yine apartopar kalkma ile 13:10 da kozyatağından start aldı.
hedef 14:00daki iskeleden kalkacak olan otobüse yetişmek.
dolmuş beklemece..
dolmuş beklemece..
dolmuş!
evet nihayet!
ama ah. ahahha.
sinirleri bozan o trafik!!! insanı deli eden o trafik!! insanı katil edebilen!!
daralıp inmek ki bu sularda saat 13:55.
14:00 otobüsü kaçtı kaçacak.
koşmak...
koşmak..
koşmak.
koşmak!
durağa vardığımızda saat 14:07 idi. otobüs kaçmıştı.
dünkü otobüsten bulduk yine. plan aynı. bin akademi de in hey taksi!
ama süre.ç bu sefer o kadar kolay olmadı..
bugün pazar!
ve geçtiğimiz yer bir numaralı pazar kahvaltısı noktası..
yine hayatın durduğu noktadayız. gitmeyen arabalar..
yine o saim kaptan tipli adam geliyor gözümün önüne bu seferde azarlarsa ve geç kaldınız derse ağlayacağımdan kokuyorum. zaten burnumun içindeki sümük denizi kabarmış vaziyette.
oturup kahvaltı yapalım o zaman fikrini atıyor ablam. yetişemicez yine. mutsuzum. ama tamam diyorum.
orta kapı!
kapı açılıyor. ama abla ya yol açılırsa??
bi bakıyoruz yol açık. geri biniyoruz. son sürat gidiyor sanki otobüs. yol inanılmaz boş. nereye gitti onca araba?
iniyoruz. taksi!
bu sefer o kadar cevval değil taksici ama izi daha ara bi yoldan götürüyor sanki.
yine koşmaca.
adama bütün bu hikayeyi anlatırım eğer yine almazsa.
bu düşüncelerle giriyoruz içeri. daha başlamamış!
14:59 falan saat.
hiç kimse yetişemiyormuş meğersem. salonda epeycene boşluklar var. adam istediğiniz yere oturun diyor. 3. sıraya oturuyoruz. hem de orta.
oyun başlıyor..
karanlık.
biliyorum. her yer karanlıkken sahneden bakınca parlayan gözler seçilebiliyor. gözlerimi kocaman açıyorum karanlığa. ve ışıklar..
yetkin dikinciler..
oyunu kelime kullanarak anlatmam mevzubahis bile değil. harika desem bile öyle sönük ki sanki.
hem zaten yetkin dikincilerin ses tonu başlı başına bir göz dolma sebebi. oyunda hapşuruğumu tutmaktan ölücektim sanki. ama bir iki yerde ağlarken doya doya burnumu çektim. yanımdaki kadından özür dilemeyi bir borç bilirim.

en çok bir gün elinde bir evrak çantası ve koca bir bavulla "luka" benim de kapımdan içeri girsin istedim. girsin ve kaybettiğim bütün her şeyimi arkamdan toplamış olsun bana geri getirmiş olsun istedim. bu bi gün okulu asıp gittiğim sinemada kaybettiğim atkımda olur. tekini düşürdüğüm eldivende. çaldırdığım bir bıçak da.. anıları ve replikleriyle birlikte getirsin bana da. ve ben ona canım luka diyeyim. sarılayım. bir yerlerde uydurup unuttuğum ne kadar hikaye varsa çıkarsın bana da.

"kafka, wilde, aristo, camus, sartre, kundera.... ben bunları hep senin üye olduğun istikbaratın elebaşları sanırdım.."

"ben seni takip ettikçe, seni dinledikçe, kendimde yeni bir adam yaptım. oysa sen kendini fitursuzca harcadın. tükettin. bak işte bu 4 cilt kitap ve bu bavul senden kurtarabildiklerim.."

"bir gün oğlum baba polisler neden bu edebi metinleri de korumuyor? sigara dumanı ve alkolde yol olmasına izin veriyor dedi. ve biz o gn bu kitapları yazmaya başladık."

oyun bittiğinde gözlerimden yaşlar boşalıyordu ve nedenini bilmiyordum. içimdeki yetkin dikinciler hayranlığı bambaşka bir boyutta seyrediyordu.
kocaman cüssesiyle bir adam incecik bi iş işlemişti sanki karşımda.
bir gün bir adama aşık olacaksam o adam yetkin dikinciler olmalı bence.
çıkıştaki konuşmamız ise o kadar özeldi ki onu burada yazacak değilim ama bi önceki cümlemin altnı bir kez daha çizmek yerinde olacak sanıyorum ki.
o ses tonu.. evet sanrım birazdan gözlerimi kapatıp "mavi gözlü dev"i izleyeceğim.

2 yorum:

beenmaya dedi ki...

ben bir gün bir adama aşık oldum ve o da yetkin dikinciler'di zaten :)))

geçen sene 2 kez seyrettim profesyoneli. bu sene bir 3.ye de niyetliyim :))

bu arada içten ve sıcacık anlatımına da bayıldım demeliyim...

kırmızı dedi ki...

teşekkür ederim:)
ben de bir kez daha gitmek istiyorum ama son bi kartalda var ondan sonra ya turneye çıkıyorlar ya da ben göremedim.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...