12 Ocak 2012 Perşembe

elma hırsızları/bir ceza avukatının anıları

geçen sene istanbulda afişlerini görmüştüm ama sanırım görmezden gelmiştim. ankara da şinasi de izledim. şinasinin benim için yeri ve önemi zaten büyük, burda sahnelenen her oyun ise benim kendimde en çok eleştiri hakkı gördüğüm.
bu oyun başkaydı ama. belki gerçek anıların sahibi faruk eremin kitabından uyarlama olduğu için.
hukuk felsefesi üzerine yoğunlaşılmış, ceza ne kadar cezadır, suçlu ne kadar suçludur sorularıyla oyuncular kah seyircinin eline hakim tokmağı tutuşturdurlar, şu sandalyeye tekmeyi basıverceksiniz dediler kah şu ipi boynunuza geçiriverin de yormayın bizi diye rica ettiler. bütün bu hikaye değişikliklerinde çatlayan sahneyle birlikte daha birinde öldürdüklerimizin acısını yaşayamadan diğer hikayede kurban olduk.


direk aklıma kazınan bölüm ise idamlık aziz.. şartlanmayla mahvolan bir adamın hayatından, adaletin gecikmesinden hepsinden daha acıklısı bütün bunların "o zamanın şartları" zırvalıklarında meşru kılınarak belki bilinerek yapılması. aziz'e sanki var mısın yok musun da kutu açılıyormuş gerilimi yaşatmaları... iyi niyetli düşünemiyorum çoğu zaman hele iş hukuk olunca bütün iyi niyetimi kaybediyorum.


avukatın söylediği "adalet, insanın elinden gerektiğinde geri veremeyeceği şeyleri almamalı" sözünü ise o büyük çağlayan adliyesinde tombiş bacaklı eli maşalı gözü görmez iki hatunun arasına çarşaf gerip yazmalı. 


ertuğrul özkökten pek haz etmesem de geçen yaptığı bir tespit acıklı olmakla birlikte doğruydu.
insanları tutuklu aylarca, yıllarca tutup sonra bir anda salıveremezsin, salıvermeye cesaret edemezsin, biz sizi çok yüksek suç ihtimaliyle 5 yıldır burda sakladık ama yokmuş aslında öyle bir şey demeye dilin varmaz o sebeple adama isnad edecek suç bulana kadar dava ertelersin, zaman geçirirsin, bi çay demlersin...


istanbul üniversitesi ceza kürsüsü hocalarından füsun sokullunun her öğrenciyi ilk duyduğunda mutlaka sarsan ama zamanla anlam verilen bir sözü vardır, " bir masumun ceza almasındansa bin suçlu beraat etsin."
etraf sapık katil dolsun demek değil bu. milyonlarca "pardon" filmi çekilmesin demek. ferhan şensoyla ağlanacak hala güleriz eyvallah da  "eve dönüş" filminde ne yaparız? nereye saklarız gözlerimizi?




bir diğer dekoru ve içimi çatlatan hikaye ise polisin hikayesiydi. hikaye kabaca şöyle yoksul olduğu için karısını ve iki çocuğunu öldüren bir adamı polis yakalamak üzeredir. elinde tabancasını polise doğrultur ateş eder, o sırada panikleyen polis de ateş eder, adam vurulur son anda farkeder ki adamın tabancası boştur. adam boş tabanca çekmiştir polise. son nefesindeki açıklamasını ise kurşun hesabını yanlış yapmışım, karımı çocuklarımı kurtardım bana kurşun kalmadı beni de sen kurtardın diye yapar. 
polisin hukuk önünde aklanmasına rağmen kendi vicdanında hesaplaşmasının hiç bitmeyişiyle devam eder hikaye. avukatına her mektubunda her konuşmasında sorar.. defalarca sorar.. "sayılmıyor değil mi?"


insanın en büyük sorunu kendi kendine karşı kendini aklayamaması sorununu da bir polisin içinden anlatmıştır oyun.  günümüzde 1 mayısa kominist dövmeye giden polislerin olduğu, bir eylemde daha doğmamış bebeğin katili olup hiç de oralı olmayan polislerin konuşulduğu düşünüldüğünde bu iç hesaplaşmanın bir yerlerde gerçek bir polisçe adaletin affedip, polisliğini geri vermesine rağmen bir zamanlar bile yapılmış olması daha da değerli geldi bana. 


en son, hiç sigara içmemiş bir idam mahkumunun son sigarasını içişiyle bitti oyun. masumdu o da. ben biliyordum, bakkal biliyordu, komşu teyze biliyordu, annesi biliyordu, belki siz de biliyordunuz ama yetmemişti, kurtulamamıştı o sıcak bir ağustos günü ilmeğin boynuna geçirilivermesinden.


"çıkış günü her yerde aynıdır, kalpte ümit ciğerde tüberküloz."


not: mesela kelimelerin sıralanışı da önemlidir aslında. ne değişirdi bu şarkıda önce ciğerde tüberküloz, sonra kalpte ümit var dese..o zaman daha umut dolu olurdu belki.. ama böyle. 
insan son zamanlarda daha bir umutsuz aslında.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...