5 Şubat 2012 Pazar

the artist



film arasında yanaklarım ağrıyordu. bütün filmi tuhaf bi sırıtma ile izledim. kadnının el sallaması, gülümsemesi, ince uzun hareketli bacakları, ıslık çalışı, abartılı halleri...köpeğin her sahnesi, burundan krema yalaması, zıplaması, ölü taklitleri.. ve tabiki george valentinin sesi hayatından çıkarışı, sesten kelimelerden çok nasıl anlatıldığıyla ilgilenmesi. bu yüzden peppy miller konuşurken onu söylediklerinden ziyade hareketlerini heycanlı bir şekilde izlerken gördük hep. film hakkında aslında sürekli ve sadece çok güzeldi çok çok çok demek istiyorum.son dans sahnesindeki topuk sesleriyle nasıl mest olduğumu anlatacak kelimeler bulamıyorum.

film içindeki filmler, onların yerleştirilişi, filmin gidişindeki duyguyu bir kez daha film içindeki filmlerle vurgulaması, peppy miller'ın yüzüğü aldıktan sonra adama sarılıp göz kırparken the end yazan film ve the tears of love'ın final sahnesi. hepsi inanılmaz etkileyiciydi. 
açıkcası peppy miller'ın john goodman'a er ya da geç "biz georgela sesli bi film yapsak ya" diceğini biliyorduk. george'un bunu kabul etmeyeceğinde de hem fikirdik. ama böyle bir şey hiç gelmemişti aklımıza. 
film bittikten sonra the fallun son sahnesini geldi aklıma. aynen alexandria gibi " muah muah muah tenk yu tenk yu tenk yu veri maç" demek geldi içimden. o nefes seslerini alkışlayalım da duyulmasın istedim. filmde bir çok kere sessiz action dendi. ve tam biterken sonunda bir sesli action geldi. 


sinemada gidip görülmesi gereken bir film. hatta ben beyoğlu sinemasında gittim kırmızı perde açıldı falan çok iyi çok da güzel oldu. tavsiye ederim. 



bir de filmde şunu bariz hissediyorsunuz:
sinema büyülü bir şeydir.


not: eskiden de herkes sadri alışık'a benziyormuş. :)

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...